25 Eylül 2009 Cuma

Bakmış ne geçmiş geçmiş ne gelecek gelecekmiş. .

Asla gitmem dediğim bir okula paşa paşa gitmek zorunda kalmanın içimde yaratmış olduğu acı ve kırmızı kareli -kırmızı en nefret ettiğim renktir- bana 2 beden büyük gelen eteğimle birlikte liseye başladım. Herdaim adaptasyon sorunu yaşayan bir bünyem vardı ve arkadaş edinebilme özürlülüğüm. Bunların bana dezavantaj olacağının farkında olsamda okula gitip gelme sürecine başladım. Sanki benim bu özelliklerimin farkında olup bana karşı saldırıya geçmeyi kollayan okulumun en önemli özelliğide her dönem ders notlarına göre sınıfları yeniden düzenlemeleriydi. İyi dereceli bir sınıfta başladım, ama uyum saglamam baslamam kadar kolay olmadı. ne derslerden bir bok anlayabilmiştim ne de bir sınıf dolusu ergen insandan. Ve bunun üzerine aile durumlarıda aynı bokun içinde yuvarlanmaktaydı. Ve ben geceleri uyuyamazdım. Salondaki koltuğa oturup duvardaki saati incelerdim. Baktıkça zaman geçmezdi ve bundan büyük haz alırdım. Taki annemin uyanıp endişeli gözlerle bana bakmasına maruz kalana dek. Sonra yatagıma girip uykunun beni benden almasına izin veriridim.

Dün gece bavul hazırlama, nette takılmaca, 567890.kez izlediğim bir filmin tekrar aklıma gelmesiye onu izlemece eylemlerimden sonra yataga girdim. Kalbimle karnım arasında belirip kaybolan bir sıkışma hissi duydum. Bu hisle birlikte uzun bir süre yatakla boğustum. Açlıkta olduğuna kanaat getirip mutfaga dogru yol aldım. Karnımın doyduguna emin olunca tekrar girdim yataga. Bir kaç tur döndükten sonra Ali babanın çiftliğindeki koyunları saymaya karar verdim. Yetmedi tüm çiftlik hayvanlarını atlattım çitlerden. His hala geçmedi. Kötü bişi olucağının bir işareti olan his mi dedim telefonlardan buna dair ses çıkmadı. Üşüdüğümü düşünüp üzerimdeki katmanı kalınlastırdım, o da kar etmedi.

Hissin neyin habercisi olduğunu düşünerek salona gitmeye karar verdim. Koltuga oturdum, kafamı kaldırdım ve saatle göz göze geldim. O an içimdeki his boşluğa dogru yol aldı ve ben yine zamanı durdurabileceğimi sandım. Orda oturup sonsuza dek zamanı hapsetmiş olduğumu düşledim. Annemin endişeli gözleriyle karşılaşınca tüm bulutlar dağıldı. Akrep ve yelkovan bana dil çıkartıp eski hızlarına geri döndüler. Ve bende tekrar gitmek istemediğim bir okulun yollarına düşeceğimi düşünüp, dünyanın fahişeliğine söverek derin rüyalara daldım.

Ve sonra yaz biter. .

*Bu sene yazın bitmesi evlat acısı gibi ağır geldi bana. Sanki aniden bitiverdi, hiç sinyal vermedi yada verdiği sinyalleri ben görmemezlikten geldim. Ne olduysa oldu ve yaz bitti. Bunu elizanın gidişiyle beynime kazımam da bir oldu. Ve ben yazı çoook özledim.Oysaki en sevmediğim mevsimdir yaz. Gram hazzetmem. 'Ne o senin moralin mi bozuk?' mesajlarına ' yooo iyiyim' diye karşılık vermeyide hazzetmem. Hayatımı küçük emrah tadında yaşamayıda.
ve en önemlisi tüm hazzetmediğim şeyleri yaşamayı da öyle.

*Sürekli uyku halim, vücudumda olunusan kırmızı baloncuklar ve ara sıra giren karın ağrılarım bünyemin verdiği sinyaller. Anasınıfına başladığım andan itibaren ilk gün sedromlarında karnım agrır benim, ağlamamam gerektiği yerlerde gözüme bişi kaçmamıştır kesin karnım ağrıyordur. Kıçım sıkıştığında da karnım ağrımıştır hep, egom aç kalınca da karın ağrılarımla doyurmaya çalışmışımdır. Depresyon moduna yaklastığımda da.

*Beyin foksiyonlarımın ayrı telden çalıp oynamasıyla yıldızlı bir post olucak sanırım bu, tavan için aldığım stickerların şerefine.
*'Hepsi benimmiş gibi davranmaca' kararını almış bulunmaktayım. Ve bu kararla birlikte kaanla sürekli evlilik planları yapmaktayız. Çelişkili bir durum içerisindeyim. Buna ek olarak saygıdeğer ev arkadaslarımın mıç mıç sevgili modunda olmalarıda canımı sıkmıyor değil. Nerelere gitsem kimi sevsem?
*Hasretinden prangalar eskitmekteyim. Dön gel bebeyim dön geeeel.

*Ha bide hani insanların tükürdüklerini yalama durumları var yaa işte ben onu seviyorum.




16 Eylül 2009 Çarşamba

Kırmızı Başlıklı Kız

Ve sonra Jana' nin devrettiği mimi alır cevaplamaya başlarım.

*Hangi şehirde yaşıyorsun?
Bedenim genellikle Denizlide ama ruhumun hangi koordinatlarda yerleşim kurduğu kurum ve kuruluşlara göre değişmekte.

*Mesleğin?
Okulun bitince ne olucaksın sorularına yanıt verememek.

*Blog yazmaya başlama kararını nasıl aldın?
Almadım aldırıldım diyebiliriz. Jana'nın bahsettiği üçlü priz modunun As olan kısmı bendim. Olay o şekilde gerçekleşti kısacası.

*Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
4 aydır.

*Blogunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?
Yaşam koşullarıma bağlı olarak sık sık ziyaret etmekteyim. Bu tamamen blogun benim ilgi odağım olmasına bağlı.

*Pc açıldığında blogunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?
Önem sırasına göre değişir ama genelde 4 yada 5.

*Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu?
Bikaç resimi ıvır-zıvır klasörüme atmışlığım olmuştur heralde.

*Bloğunda hangi konulardan bahsetmek seni mutlu eder?
Henüz küçük şeylerden mutlu olabilecek bi evreye gelmedim.

*Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
Bazen tek bi yazı, bazen teması, bazen bi başlık, bazen hiçbişi.yağnii tamamen duygusal.

*Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Imm para güzeldir.

*Blog arkadaşlarınla buluşma, biraraya gelme fikrine ne dersin?
Arkadaş edinebilme konusunda başarılı sayılmam derim, bu sorunun cevabı olabilir mi acaba?

*Bu soruları kimler cevaplasın?
Bu sorular sevipte sevilemeyen herkese gelsin. dıttt dıtttt bir kulunu çok sevdiim o beni hiç sevmiyoor kalbimi ona verdim artık geri vermiyooor.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Kıskançlık

Bir gün daha bitti önümde
Günler gelir geçer ve antibiyotikler
Kimim ben? Bügün ne günlerden?
40derece yüksek ateş ve kıskançlık
Bu zayıflık anında,bir aşkın komasında
Kıskançlık aktıgında durmaksızın damarlarımda
Sen ilacımsın,susuz yuttuğum
Bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan
Günlerdir hastayım ve bu beni delirtiyor
Sürekli uykuyla uyanıklık arasında
Gidip gelip,gidip gelip,gidip gelip.
40derece yüksek ateş ve kıskançlık.
Kıskançlık bu zayıflık anımda
Bir aşkın komasında
Ve aktığında damarlarımda..
Kıskançlık…



Kıskançlık ne lanet bi duygudur. Doyuramazsın, bağrına basıp sevemezsin, sürekli seni senden almasına izin verirsin, bi siktir git diyemezsin ve bunlar yetmiyormuş gibi bir de karşılığında hiçbir mutluluk kıpırtısı yaşayamazsın. Üstelik bu duygu sana bulastıgı an kahrından ölebilirsin bile ama o seni iplemez. sürekli farklı teoriler üretip beynini ele geçirmeyi başarır ve sen ona koşulsuz itaat edersin. Ne gariptirki kıskanılan nesneye dönüştüğün anda herşey birden lehine döner ve tac senin başındadır. böyle iki yüzlü bir duygudur kıskançlık. Yüz verdiğin anda astarından da ötesini isteyebilir. Ve sen ona koşulsuz itaat edersin.
Bende bu dönek duyguya itaat edenlerdenim. Boynunu önüne koyup kesmesini beklerim çoğu zaman. Sonra içime kaçan karabasanları defetmekle ugrasırım bilmem ki boynum coktan kesilmiş ben artık hissedemez hale gelmişim. Yine bu evrelerin birindeyim yine. Kalbimi bir elin sıktıgının farkındaydım ama bu elin kıskançlık olduğunu bilememiştim. Aklıma girmeside cok zaman almadı.
Kıskaçlık duygum sonunda hat safhaya ulastı. Otu boku kıskanmaya başladım, herkesi herşeyi herkesten herşeyden. Robinson Crusoe gibi hissediyorum kendimi yapayalnız üzerine surat çizip eglenemeyecegı bi pinpontopu bile olmayan ve Cuma'sı başka robinsonlar bulmus bir Robinson Crusoe. Tüm Cumaları ve türevlerini kıskanıyorum.
Dün Hacının profilini kurcaladım, kurcaladım derken öyle bi baktım. Yakın arkadası duvarına bişiler göndermiş; 'Hacı be büşra senin eski sevgiline cok benziyor. .' gibilerinden bikaç cümle. Okudum ve başımı tavana kaldırdım. Baktım beynimden sıçrayan kanlar duvarda derin lekeler bırakmıs. Onu boşverip Elizaya yazdım hemen. ' Ya bu büşra kiiiim tamam hadi büşra fotolarını incelediğim bi boka benzetemedığim sevgili olma ihtimalleri bulunmayan kızsa ve ben bu kıza benzemediğime göre bunun eski sevdiceği kiiim? ' diye ortadan çatlayıp su sızdırma aşamalarına girdim. Eliza dedi 'Aman sanane kimse kim kızı öldürme planlarımı yapıcaksın.' Ben vursam kendimi vuracakım dedim sustum.
Sustum ve düşünce alemlerine gömüldüm. 20 gün sonrayı düşündüm, Elizanın kalbinin güm güm attığı 2sn önceki zaman dilimini düşündüm, bana 5sn geç cevap yazmasını düşündüm, benimde katkımın bulunup eve cıkacağı saygıdeğer yığını düşündüm. Sonra duyduğum kahkahalarla irkildim kıskançlık duygum beni nasıl ele geçirdiğini düşünüp gülüyordu. Çok fazla yüzvermedim ve etrafımda trip atabılecegım canlı nesne olmadığı için aynaya koştum. Gözleri şişmiş, saçları karışmış, burnu kızarmış birini görünce acıdım. Triplerimi ve kıskançlık duygumu çuvala yerleştirip ada.ma doğru sağdan sağdan para bulurum edasıyla yol aldım.

11 Eylül 2009 Cuma

Sıfatsız

Silik biriyim ben. Sesim zaten pek çıkmaz. Hani bazen çok uzun süre sustuktan sonra biri bir şey sorunca cevap verirken, ses tonumuzu ayarlayamayız, sesimiz osuruk gibi çıkar ya işte ben o ses tonunda konuşurum. Anlattıklarım çok da matah şeyler değildir ama anlatmak isterim. Tam anlatmaya başlayıp 'iyi gidiyorsun oğlum, hadi şu son cümleyi de bağlarsan, aklını alacaksın onun' diye düşünürken, karşımdaki 'Abi biraz yüksek sesle konuş, ne diyorsun anlamıyorum' der. Orospu çocuğu nasıl da büyük bir rahatlıkla söyler bunu. Başlarım en baştan 'Abi diyorum ki...' diye anlatmaya. O kadar silik bir insanim ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. Özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. Dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini. Dün bütün olanlara rağmen Bengi’ye onu çok sevdiğimi söylemeye gittim. Kim gitti? Ben gittim(g.ö\ben). Y.rrağımı gittim! Bugün bir minibüste bile şoför 'Birader sen geç, buraya otur da yer acilsin' diyerek para kutusunun yanına, minibüstekilere karşı seni oturttuğu zaman zor duruma düşüyorsun, insanların yüzüne bakamıyorsun, Bengü'nün suratına nasıl bakacaksın.
Yalnız sesim değil, tipim de siliktir. Normal adamım. Bana benzeyen binlerce insan var sokakta... Hiç dikkat çekici bir suratım yok. 'Sokaktan adam geçti bir tane' deriz ya, özelliksiz adam, başında herhangi bir sıfatı olmayan adam, işte ben oyum. Dümdüz adam! Bu özelliksiz suratımın işe yaradığı da oldu tabi. Okul hayatımda ve askerlikte çok rahat ettim. Hiç hoca ve ya komutan bana kafayı takmadı. Nasıl taksınlar ki ismi bile ezberlenmeyen, hiç ismiyle hitap etmedikleri, en fazla 'evladım' ve ya 'oğlum' diye çağırdıkları, hayatlarında hiç iz bırakmadan gelip gecen biriyle kim, niye uğraşsın ki...
Tamam, biraz abarttım. İtiraf ediyorum, bir ara, üniversitedeyken gerçekten ortamın merkezi olmuştum. Merkezdeki kişi bendim. Hem de iki güzel kızla bardaydık. Kulaklarımla duydum, benden bahsediyorlardı, orijin bendim. 'Şu çocuk seni kesiyor' diye arkadaşına gösterdi biri, kestiğim kız ise 'Hangisi' diye sordu. 'Şu gözlüklünün arkasındaki' dedi. Kestiğim gülümsedi. Üniversitedeyken gözlük takardım, artik lens takıyorum, temiz tutarsan valla büyük kolaylık... Elveda eski kestiğim.
Silik, utangaç ve iki kelimeyi yan yana getiremeyen biri olduğunda insan, dahi filan olmayı bekliyor ama bende o da yok. Çok susup, sabit gözlerle bi nesneye bakınca biri görse 'Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordur, ne savaşlar veriyordur, zihinde ne kaleler yıkıp, ne devletler kuruyordur' diye düşünür ama bende vallahi o da yok. Neye bakıyorsam onu düşünüyorum. Mesela ekmeğe mi bakıyorum 'ekmek' yazıyor düşünce balonumda. Silik olmam dahi ve ya duygusal olmam anlamına gelmez. Bana benzeyen birinden hoşlanacağım anlamına ise hiç gelmez. Aksine nefret ederim benim gibi silik insanlardan, fellik fellik kaçarım. Onlarla gezmek, tanışmak, içki içmek, dertleşmek istemem. Hatta kendi halime tipime bakmadan aşağılarım onları, 'mıh mıh mıh' diye gülerken o, 'Acaba ben de mi böyle gülüyorum' diye düşünerek, tiksinirim gülüşünden. Kendim gibi bir insan daha niye isteyeyim ki.
Aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. 'Niye aşık oldun?', 'Çünkü çok güzel' işte bu kadar basit.
Yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor. Ağzı var yemek yiyor, eli filan da var, ayni benim gibi. Düşününce totalde ayniyiz. Ama o yakışıklı. Bişey yapmasına gerek yok, dursa yeter. Ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. Senin bi tip yakışan saçın vardır, onun hepsidir. Kazıt o saçını senin cıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı. Bi de bu durumun farkında değil gibi uruspu çocuğu, ben ise hayatim boyunca bir jöleden çok şey bekledim. Turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna atıp, 'Ben Ulrih`leyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça' dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya. Okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik. Ve ne olduysa oldu devran döndü, rüzgar bizden tarafa esmeye başladı. Haber geldi, 'samimiyet' bayrakları acilmiş toplumda. Samimi olmak prim ediyor dediler... Sorduk; 'Nasıl yani? Sadece samimi olmak yetiyor mu?' 'Evet abi. Ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda. Cahil de olsan, aptal da olsan... Yahu konuşturmayın adamı işte! Samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor' dendi. Çıktık yuvalarımızdan. Zaman artik bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti. En önden ben koştum. Anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. Bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikayelerdi. Bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. 'Sevimli şapşal şey' damarımı iyice eşeledim, anlattıkça anlattım. En mahremlerime kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım. Baktım hafiften bi tiksiniliyor rotayı ebeveynlere 31de yakalanmalı anılarıma çevirdim. Büsbütün iğrenildi. Yakışıklı arkadaşım Efe ise birkaç 'sosyal beceriksizlik' anısını anlatıp, 'İnanmıyorum Efe. Çok sevimliymişsin' nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgarından çok güzel ekmek yedi. Efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde sürdü. Efe’nin eski takıldığı kızlardan biri Bengü'yle bir gün Beşiktaş'ta karşılaştık. Nasıl olduysa beni tanıdı. Ne istiyordu bu Bengü benden, sadece güzel olması bile ona aşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... Yoluna mı atayım kendimi, yoksa Şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? 'Sen Efe’nin arkadaşısın di mi?' dedi. Başımı sallayarak onayladım. 'Efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'Vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. Efe’yi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'Ulan Efe’yi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene' demek istedim, diyemedim. Gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu. Sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'Neyse saçmalıyorum işte. Boş ver beni. Sen ne yapıyorsun? Yürüyelim mi işin yoksa?' dedi. Yürüdük. 'Sen hep susuyorsun. Anlatsana kendini' dedi. Boş ver manasında başımı salladım. Gerçekten de anlatacak bişey aklıma gelmiyordu. 'Ama gerçekten merak ediyorum. Her insanin bir hikayesi vardır' dedi. Karşılaşmadan önce 'Ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bi deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker. Önce onu yedim. Sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'Göğüslerin çok güzelmiş' dedim.

10 Eylül 2009 Perşembe

Farzet As yalnızdın yoktu zaten O yada bir başkası

Yağmurlu bir kış günüydü. Okuldan cıkmıstık ve eve doğru hızlı adımlarla yol alıyorduk. O önümden gidiyordu, bende bunun sevinciyle beynimin içinde binbir tilki binbir hayal dolaştırıyordum. O her defasında arkasını dönüp baktığında bende arkama bakıp baska bir insan evladıyla şeytan üçgeni oluşturup oluşturmadığımıza bakardım. Birinin olmadığına emin olduğumdaysa kelebeklerimi 2 kat hızla ona yollardım. O anlamazdı yada ben öyle sanırdım.O evine girdi bende beynimdeki tilkileri tasmalayıp eve dogru yol aldım.
Aynı sokak sınırları içerisindeydik, ilkokulu aynı okulda okuduk, orta okulda aynı sınıftaydık, lisede de aynı okula kaydolmustuk. Birlikte bebektik, birlikte cocuktuk, birlikte büyüdük. Ben ona aşıktım, O bilmiyordu, ben öyle sanıyordum.
Unutmaya çalıştığım heran karşıma çıkardı ve ben onun kaderim olduğu düşünceleriyle imkansızlıklara gömülürdüm. Oysa karsılasmamız kahvaltıda zeytinle karşılaşmamız kadar doğaldı. Beş yıl geçti ben bunu öğrendim, yada öğrendiğimi sandım.


Facebook'ta evrim öncesi arkadaslarımı aramaya girişmiştim. Herkes aynı çabada olduğu için çok zor bir eylemde değildi. Onun ismini cok kere arattım çok kere bulamadım. Bulsam da ne değişir amaan ben artık ona sümüğümü atmam hem ben nerdeyim o nerdee edalarıyla bu eylemimede son verdim. Onu sevdiceğimin arkadaslarında görene kadar. Onun beni eklemesini beklemeden ekledim. Herhangi bir fotografı olmadıgı ve sevdiceğimin arkadaşı olduğu için hayal kırıklarıyla beynimin bir köşesine hapsettim.Taaki profiline fotoğraf ekliyene kadar.

Anladım ki ben ona hala aşığım. Sonra gözüm ortak arkadaşlarımıza takıldı. Artık sevdiceğim olmayan varlık da ortaydı hevesle onun profiline daldım ve ben onada aşıktım. Şansımı daha fazla zorlamadan sayfayı kapattım. Hatırladım ki vazgeçebilme dugumu ben cokdaan bağışlamıştım.

Dipsonmon


Sanki hıçkıra hıçkıra ağlarken kafamı yastığa gömmüşümde nefes alamıyorum, sanki denizde yüzerken dalganın biri pat diye yüzüme çarpmiş 5468789 litre tuzlu su içmişimde organlarımın tümü isyan ediyor, sanki az sonra kafama kendim kadar taşın düşeceğibi biliyorum ama azraili kandıramayacağım için üzüntülerdeyim, sanki tüm dünya tarafından terkedilmişimde ağlamaktan gebermişim gibi.