26 Aralık 2011 Pazartesi

başlık yok, ben yokum.

Uzun bir süredir yokum buralarda. Bunun sebebi ne kötü bir dönemden geçmem ne de çok iyi vakit geçirmem. Sadece inanılmaz derecede yoğunum. Uğruna ölüp bittiğim yüksek lisansa kabul edildim. Bunun yanında dershanede çalışmaya başladım. Her sabah erken kalkmak, ergen öğrencilerle uğraşmak ve yüksek lisans derslerini halletmeye çalışmak dışında boş kalan vakitlerim de de evle uğraşıyorum. Ne kadar yorulduğumu ise yataga yattığım an farkediyorum.
Her şey tahminimden daha çok manotonlaştı. Aşk hayatıma gelince, O 12 aydır başkasıyla sevgili ve 10 aydır benimle görüşüyor. Ve malesef ki çoğu zaman da görüşmekle kalmıyor.
Çok yıprandım Onunla ve aynı zamanda Onsuz olmaktan. Ama tek çözüm her şeye ayak uydurmaya çalımak. Biliyorum O da mutsuz bu durumdan. O da yıpranıyor. Ve hiç bir şeyin çözümü yok. Gözlerimiz bir araya geldiğinde bir birimize dayanamıyoruz. Gözlerimiz buluşmadığında da ruhlarımız buluşuyor zaten. Neden O hala Onunla çıkıyor diye düşünürsen fazla düşünme ben 10 aydır düşünüyorum ve hala cevabını bulamadım.
Ama geçen gün bir karar aldık. Birlikte aldığımız nadir kararlardan dı bu. "Vicdan yapıyorum bir daha bu durumu yaşamayalım" dedi. Doğru diyosun bende bu durumdan memnun değilim demekle yetindim.
Yanımda uyudu. Son uyuyuşumuz olduğunu bilmesi nedeniyle sabah okula gitmedi.
Peki benim hayatım da ne mi değişti?
Notting. :)

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Hani bazen bir an bile görmek yeter ya. Bi an gördüm ve yetti.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

" zamandan başka suç yoktur"

" Olaylar dizgisinin doğal olarak basit zincirleri içinde bu olağan durumlar bize hep alt üst olmuş ve düzensiz görünüyorlar. Yani çok olağan bir durum dahil olduğu olaylar dizisinden çıkıyor, başka bir olağan olaylar dizisinin içinde beliriveriyor, onların yanında çok güçlü ve önemli bir anmış, karmaşık ve olağanüstü bir şeymiş gibi beliriyordu. Olay dizilerinin düzenliliğinde, evrenin düzgün akışına mesele yaratanlar insanlardı. bilinmeliydi ki hayatın bir zamanı var, ölümün bir zamanı var; annenin bir zamanı var, kızın bir zamanı var; ama insanlar bunların hepsini birbirleriyle karıştırırlar, düzensiz görünmelerine yol açarlar, her yerde çatışmalar yaratırlar. Bilinmeliydi ki hayat hayat basittir ve insanlar durgun suları karıştırarak her şeyi berbat ederler..."

" Aşk hasta olduğu için aşk hastasıyız.. bu tamam.. ama aşk yalnızca eskidiği yada geçmiş nostarji zamanlarına ait olduğu için, içeriği bayatladığı, yüzeyselleştiği için değil; zaten bitmiş bir geçmiş ile hiç bir zaman bir yere varamayacak bir gelecek, çıkışsız bir gelecek arasında yırtıldığı için hastadır.Öyleyse kronik olmayan hastalık yoktur. Çünkü zaman yani kronos, hastalığın ta kendisidir."

26 Haziran 2011 Pazar

tavsiye!

Şimdi gözlerinizi dört açın, elinizde her ne varsa bir kenara bırakın ve birazdan söyleyeceklerimi dikkatle okuyun.
Bu hayatta üzülmemek, yıpranmamak isteyenlere çok önemli bir tavsiye veriyorum.
Hayatınızda hiç ama hiç kimseyle anı biriktirmeyin. Tamam bu imkansız diyosanız ve bunu yapamıyosanız, yaşadığınız güzel yada kötü şeyleri metaların üzerine yükleyip onları saklamayın.
Hayatta ağzınıza sıçabilecek en baba şeylerden birisidir hayatınızda değer verdiğiniz kişilere ait eşyalar. Hele ki değer verdiğiniz kişi artık hayatınızda değilse.
Gün gelir çarşıda her vitrinin önünden geçerken gördüğünüz " i love bonus" zımbırtılarını her gördüğünüzde "aaa bende bunlardan istiyoruuuum" dediğiniz için beklemediğiniz bir anda size o şeylerden bulup getiren ve sizi pırlanta yüzük almışcasına mutlu eden o zımbırtıları çöpe atmak zorunda kalırsınız. Gün gelir sizde unuttuğu çakmağını sakladığınız yerden çıkartıp çöpe yavaşça bırakmak zorunda kalabilirsiniz. O zaman nolur biliyormusunuz? Kalbinizin bir parçasını da o değersiz şeylerle çöpe bırakırsınız.
Ve onlar evin en ücra köşelerinde olmasına rağmen onları gün boyu hiç farketmemenize rağmen onları neden atarsınız biliyormusunuz? sırf O'nu unuttuğunuzu kendinize kanıtlamak için. İşte en acısı da budur.
Ve anılar sizin ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirtmeyi her fırsatta başarırlar.

i miss you!

Hayat çok garip öyle değil mi? Bazen aynaya baktığınızda kendinizi değilde bir başka yüzü, gözlerinizin içinde başka gözleri görürsünüz. Tıpkı benim bugün 6 seneden beri fotoğrafları dışında görmediğim anneannemi gördüğüm gibi.
İlginçtir ki aslında gözlerim O'nun gözlerine benzemez hiç. Benim gözlerim daha büyüktür, kirpiklerimse daha kıvrık. O'nun gözleri bambaşkadır. Gülerken bile hüzün vardır gözlerinde, eğiktir göz kapakları sanki dünyada ki hiç bir şeyi görmek istemezcesine, streslidir her zaman, endişelidir. O'nun gözleri sarımtraktır. Tarif edemeyeceğim bir renktir, ne kahverengi kadar keskin ne de balköpüğü kadar yumuşak.
Ama ben bugün gözlerime baktığımda onun gözlerini gördü kendimde. Bakışını gördüm, hüzünlü gülümseyişini.
Mezarına en son gittiğimde O'na anlatmıştım her şeyi. Mezun olduğumu,beni onun büyüttüğü halde bugünkü halimi görememesine ne kadar üzüldüğümü, en ufak kız kuzenimin tıpkı ona benzediğini, Naz'a baktığımda hep O'nu hatırladığımı, zaman zaman yokluğuna alışmış gibi davransam da onu çok aradığımı anlattım bir bir.
Artık biliyorum beni duyuyorsun, beni görüyorsun anneannem;
Ben seni çoooook özlüyorum!

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bugün seni düşündüm bir şarkı çalınca


Seni özledim.
bugün seni inanılmaz derecede özledim.
bi an kendimi kapınızın önünde bulucam diye çok korktum. ama yapmadım yapamadım. Artık bu durumu sorgulamaya bile başladım. Seni bu kadar çok severken, bu kadar çok özlerken ve birbirimize bu kadar yakınken nasıl bu kadar iradeli davranabildiğimi anlayamıyorum. İçimden delice koşup sana sarılmak gelirken, isminin geçtiği her cümlede nasıl bu kadar soğuk kanlı olabiliyorum.
Bugün yine senin konun geçti. Sevgilinle aran bozukmuş, sen zaten uzaktan ilişki yürütemezmişsin.
İstesem bugün ayırırım onları dedim. İstesen bugün sana döner dediler. İstesem mi? Seni daha ne kadar isteyebilirim ki. Ben seni istemekten bu kadar yorulmuşken, neden insanlar bunu farkedemiyor? neden sen bunu farkedemiyorsun?
Peki ben neden istemiyorum? o kızamı acıyorum, sana mı acıyorum, kendime mi acıyorum bilmiyorum.
Artık bişilerin olmasının zamanı gelmedimi. Ben seni özlemekten çok yoruldum.

13 Haziran 2011 Pazartesi

işimdeyim, gücümdeyim!


Artık öğrencilik hayatımın sonuna geldim. Herkes der 4 yıl nasıl geçti anlamadım. Ama ben bu 4 yılın nasıl geçtiğini satır satır işledim buraya. Neler öğrendiğimi, nasıl öğrendiğimi, neler kazanıp neler kaybettiğimi, nasıl büyüdüğümü, büyümemin neleri benden götürdüğünü hepsini tek tek anlattım. Finali anlatmasam ayıp olurdu diye düşünerek yine koşa koşa geldim buraya.
İlk defa sorunsuz bir özel zaman geçirdim. Soru
nsuz derken kürsüye çıkarken ayakkabımın merdivene takılıp çıkmasını ve benim onu giymeye çalışma çabalarımı, kepi attıktan sonra püskülünün kopmuş bi halde bana dönmesini ve verilen çiçeğin paramparça olmasını saymazsak. Ki bunlarda benim için sorun sayılan şeyler değildi.
Küçük bir çocuk gibi mutluydum. Ailem karşımdaydı, iki kişi eksikte olsa. sevdiğim insanlar çevremdeydi. Herşey kocaman bir mutluluktu benim için.
Gözlerim hep olmayan o iki kişiyide aramış olsa, çok çok yorulmuşta olsam güzel bir törendi benim için.
Ve baloda da ilk defa herşey istediğim gibi oldu. saçım makyajım elbisem. Bir tek yanımda O yoktu. Ve bu bana bir kez daha kanıtladı ki O artık hiç bir zaman benim olmayacaktı.Ve ben bedeli onu kaybetmek kadar acı verici bişide olsa büyüdüğüm için ilk kez sevinçliydim.

10 Mayıs 2011 Salı

Bana kaderimin bir oyunu mu bu?

Ayrılalı 6 ay oldu. Bu 6 ayın içinde 6dan fazla görüşmüş olsak da, telefonda konuşmuş olsakta, 1kere sevişmiş olsak da ayrılalı 6 ay oldu. Benim bunu kendime inandırmam çok uzun sürdü ama biz ayrıldık. O benim artık sevgilim değil ve en kötüsü bir daha asla benim olmayacak bir daha asla onun olmayacağım.
Bütün bunları niye mi anlatıyorum? Niye mi bunları tekrarlayıp kendime inandırma ihtiyacı duyuyorum?
Dinleyin.
Ayrıldıktan uzun bir süreye kadar gözüm ondan başkasını görmedi. Ondan başkasının hayatım da yer alamayacağına o kadar inandırmıştım ki kendimi etrafımda varolan hiç bir erkek bana erkekmiş gibi bile gelmiyordu. Hiç bir erkek bende sevgili sıfatını oluşturamıyordu. sonra biri çıktı karşıma. İlk defa bir şeyler hissedebileceğimi düşündüm, ilk defa başka biri için hazırlandım. Gerçi ben O'nun için hiç hazırlanmadım. Ne zaman makyaj yapıp güzel giyinmeye kalksam tüm öküzlüğüyle "Ne gerek var ki sanki onları sürünce mi güzel olucaksın, makyajsız daha güzelsin." derdi. Yada ne zaman süslenip püslenip yanına gitsem. "Bunca saat bunun için mi beklettin beni, hem ne o elbisenin hali bi daha giyme. Bacaklarına da parlak gözüksün diye saçma sapan şeyler sürme." der beni sinir krizlerine sokardı. Neyse ben ilk defa başka biriyle olma fikrine kendimi alıştırmıştım. Bizim için planlar bile yapmaya başlamıştım ki yeni flörtözüm bena karşı olan ilgisini azaltana kadar.

Bana kaderimin bir oyunu mu bu çıglıklarıyla O'nu aradım ve mezuniyet baloma davet ettim. İlk defa birlikte olduğumuz süreçte dahil olmak üzere ben "nerdesin?" demeden açıklama yaptı bana. Üzgün ve masum ses tonuyla gelemeyeceğini ve gelememe sebeplerini anlattı bir bir.
Ve ben yine 6 ay öncesine geri döndüm.


bir varmışşş bir yokmuş.....

sabah uyandığınızda yanında uyumakta olan adamı/kadını özlediğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? hani en fazla 7 saattir uyuyor olduğunuz için doğanın kanunu gereği onu görememeniz sebebiyle uyanır uyanmaz onu deli gibi özlediğinizi fark edip sanki yirmi bin fersah öteden yeni gelmiş gibi sımsıkı sarılıp kokusunu içine çekmek istediğiniz olmuş mudur?

eğer cevabınız hayırsa kuvvetle muhtemel yazının ilerleyen kısmı sizin için bir anlam ifade etmeyecektir... ama eğer cevabınız "evet" se buyrun ozaman.......size güzel bir masal anlatıcam.. masal bu ya bir prens ve bir prenses olacak elbet ve tabiki AŞK....

bazı aşklarda zaman yoktur mekanda hatta an da yoktur. o aşklar sadece vardır ve hatta yaşayan kişiler bile çoğu zaman ne yaşadıklarını bilemezler anlamsız olaylar silsilesi gibi gelir yaşadıkları.. güzel olanı göremezler ve yaşadıklarının nekadar mucizevi bişey olduğunun ayrımına ne yazık varamazlar..
bu masaldaki prens ve prenseste yaşadıkları aşkı fark edemeyenlerden miş.. güzeller güzeliymiş prenses prenste ona yakışır cinsten tabi ki yakışıklı ve mağrur.. bu ikisi bir oyuna tutuşmuşlar.. sen mi kazanıcaksın yoksa benmi, ben mi kaybedicem yoksa sen mi? anlamsız bir çekişme ama bir okadar manidar.. sert darbeler fakat keyif verici.. karmakarışıkmış her şey ve çok net dingin bir deniz gibi...
prenses çok gururluymuş. başı her zaman dik sözleri kılıçtan keskin..prens se erkek ya masalda bile aynı umursamaz davranmaya bayılırmış...
günler günleri aylar ayları kovalamış bakmışlar bu oyunun sonu yok bişeyler yapmak lazım demiş prens.. prenses susmuş.. söz ver bana demiş prens söz ver ben sen olucam sende ben.. biz birbirimiz için var olucaz taki bu diyardan gidinceye kadar..tut elimi demiş prens, prenses çekingen ve korkak beklemiş,beklemiş ve dayanamayıp tutuvarmiş prensin elinden.. masalsı br aşk başlamış ama ne yazık ki masal burda bitmemiş....
başında taa en başında tutuştukları oyundan hiç vaz geçememişler. prenses inatçıymış ne istediğini biliyormuş dillendirmiyormuş, prens zekiymiş görüyormuş, biliyormuş ama yinede duymak istiyormuş..ve yorulmuşlar... çekmiş gitmiş prenses..sırça sarayına geri dönmüş okadar sert davranmak istiyormuş ki bir damla göz yaşı bile dökmemiş..günler geçmiş prens çok özlemiş okadar özlemiş ki bir gece günün doğuşunu bile bekleyemeden gecenin karanlığıyla geli vermiş...prensesin karanlık gecesi aydınlanmış..çiçekler açmış içinde..ama prensen bu çiçekleri hiç canlı tutamıyormuş..rengarenk çiçeklerin içinde dipte kalan kurumuş dallara takılıyormuş.. prensin hiçbir zaman göründüğü gibi olduğuna inanmamış,kadınca kıskançlıklarından ve hayal dünyasında yarattığı ihtiraslardan kopamamış... güzel giden masala olmayan bir cadıyı yada büyücüyü katmış hep, çok sevdiğindenmiş aslında sevipte gösteremediğinden... ama yine kötüler kazanmış ve bu aşk "masal " olmuş....prenses "BİT -Tİ" demiş gelme artık, dön keldi ülkene..ve gitmiş prens. oysa prenses okadar çok seviyormuş ki ama içindeki ki kişiye yenilmiş kendinin celladı olmuş..aşkını kaybetmiş,oyun arkadaşını yitirmiş, nefes alamıyormuş çünkü nefesi yokmuş.. kahrolmuş...ama prensesliğinden ödün vermemiş..çizdiği sınırlar içinde kendi kurallarıyla bikaç hamle yapmış ama nafile..
prens bazen prensesin sarayında alırmış soluğu aralarındaki o çekim söze bile gerek bırakmadan kavuştururmuş onları.. gece en yakın dostları olmuş..gece karanlıkları sırlarına ortak olmuş..
bir sabah güneş doğarken kollarında uyanmış prenses prensin..ve onu nekadar çok özlediğini fark etmiş...aslında uyumadan önce saatler geçirmişler birlikte ama uykuda bile okadar çok özlemişler ki birbirlerini...
ve güneş doğmuş prenses artık büyüdüğünü ve gecenin karanlığının onu korkutmadığını, gecelere sığınmak istemediğini söylemiş prense... prens susmuş prenses susmuş bu sefer içindeki o kötü ses bile dayanamamış "kal demiş prense gitme benim sarayımda geçti en mutlu anlarımız kal her birine yeni bir mutluluk ekleyelim" prenses susmuş....kapıyı açmış : HOŞÇAKAL .. demiş
prens gitmiş, prenses kahrolmuş......ne yazık ki mutlu bitememiş bu masal gökten üç elma düşmemiş ama yinede okuyan bundan nasibinilmış.....

bazı aşklar okadar büyüktür ki ne tarifi vardır ne mantığı, ne ismi vardır ne cismi, ne anlamı vardır mı vardır ne açıklaması..onlar sadece vardır..o AŞK tır..hiç olmadığını düşündüğünüz anda karşınızdadır ve bambaşka biri olsa bile hep yanı başınızdadır....



23 Nisan 2011 Cumartesi

O kadın


Üç sene önceydi.
Kocaman bir boşluk içerisinde çırpınıp hayatta kalma savaşı vermeye çalışan bir kuş gibiydim.
Uçmayı yeni ögrenmiştim.
Herkesten uzakta yapayalnız kalmayıda.
Çevremdeki herkes yabancıydı. Ben o kadar küçüktüm ki yapılabilecek en iyi seyin kendimi soyutlamak olduğunu düşünüyordum.
En yakınım beni yarı yolda bırakmıştı. Yalnızdım. Boş sokaklarda bağıra bağıra ağlayacak kadar yalnızdım.
Sonra birini tanıdım. Çok tanıdıktı gözleri. Güven veriyordu. Aşk veriyordu. Şevkat veriyordu.
Tüm hücrelerim inandı ona.
Tanımadığım bi evde tanımadığım bir vücut huzursuzluk içinde huzur veriyordu bana.
Ve ben tüm saflığımla inandım ona.
Ama burda işler öyle yürümüyordu. Kuşların kanatları ya kırılıyor yada daha fazla güçleniyordu.
Bana ait sandığım ten başkasına aitti. Ve ben bunu ögrendiğimde çok küçüktüm. İlk defa bir vücutla tanışacak kadar küçük. Kırılmıştı tüm kanatlarım.
Çevreme baktım. Çevrem bana güç verdi. Uçmayı önceden öğrenmiş karşı ranzamda ki kahkaha bana güç verdi. Telefonda her gün duyduğum ses bana güç verdi. Onardım kırılan kanatlarımı. O kadar güçlendim ki başka bir vücut bir daha yakamayacaktı bu kadar canımı.
Bir daha asla 'o kadın' olmayacaktım. Zamanı geldiğinde bana ait bir ten bulacaktım.

3 yıl geçti. Bir nisan günü gördüm onu. Hayalimdeki tüm masumlugunu yitirmiş bir şekil de.

Hiç bana ait olmayan ve asla olmasını istemediğim gözlerle 2 sn buluştu gözlerim. Bu kad
ar yabancı olabileceğini hiç hayal etmemiştim. Zamanmıydı Bu kadar hissiz kalmamı sağlayan başka bir aşkmıydı bilmiyorum ama içimden teşekkür ettim ona.

" Teşekkür ederim gözleriyle içime bakabildiğini sandığım çocuk. Bana yalan gözler nasıl olur, susan bir adamın karşısında nasıl durulur, içinde fırtınalar koparken nasıl sakin olunur, için kan aglarken nasıl kahkaha atılır, bir aşka nasıl yenik düşülmez de büyünür ögrettiğin için teşekkür ederim. "


21 Nisan 2011 Perşembe

Aşk bu mu? Aşk acı mı?

Derste nazlının 'çakmaktaş arıyor!' diyip paniklemesiyle irkildim. Verebildiğim tepki sadece 'hmm' oldu. Çakmaktaş nazlıyı arayabilirdi. Ne de olsa abla kardeş gibilerdi. Dersin bitimine kadar içimden 'eger karsılasırsak asla eskisi gibi davranmayacagım' diye geçirdim. En son aynı ortamda bulunduğumuzda oynadığımız oyun gereğide olsa onu herkesin içinde öptüğümü unutarak kendimi çok normal davranacağıma inandırdım. dersten cıktık ve nazlı 2bizi ışıklarda bekliyor eger rahatsız olucaksan iptal edeyim'dedi. Böyle birşeye gerek yoktu. Çünkü nede olsa biz onunla artık arkadas bile değildik ve sonsuza kadarda iki yabancı gibi olucaktık.

Karsılastığımızda sadece bir bas selamı verdim. Yolda yürürken istemsiz olarak yanıma geçiyor daha sonra bunu farkedince araya nazlıyı alıyordu. Bense o hiç orda yokmuş gibi davranmaya devam ediyordum.

Eve geldik. İkimizde birbirimizden uzak durmaya calısıp 5 dakika sonra yine birbirimizin yanında buluyorduk kendimizi. Ben bu duruma pek aldırış etmedim. Herşey koca bir alışkanlıktan ibaretti. Saat ilerliyor hep birlikte tv izleyip karaoke yapıyorduk. O bir yandan saate bakıyor bir yandan da aldırış etmiyor gibi gözüküyordu. Saat 11bucugu geçti. Gitmesi gereken saat çoktan geçmiş oldu ve ben hala iyi niyetten yada saflıktan evine yürüyerek gideceğini düşündüm.

Saat ilerliyor. Üzerimden espriler yapıyor. Sataşıyor. Bazen sinirlenip korkutucu bakısını atıyordu. Bense her seye tepkisiz bi biçimde ne olup bittiğini anlamlandırmaya calısıyordum. Kafamdaki en belirgin düşünce odaya girip kendimi kitlemekti. Aksi taktirde yine ona yenileceğimin farkındaydım.



Bi süre sonra en sevdiğim koku, en sevdiğim eller, en sevdiğim adam bende olan pijamalarını giymiş en sevdiğim gözlerle bana bakıyordu. Ben yanında oturuyor ve izlediğimiz belgesele odaklanmaya calısıyordum. Nazlı uyumaya gitmişti. Ve ben hala neden onun yanında olduğumu anlayamıyordum.

O saçma sapan hikayeler anlatmayı bende dinlemeyi özlemiş olmalıydım. saçma sapan bir diziye takılıp sabaha kadar izlemeyi özlemiş olmalıydı yoksa neden biraz daha yanında kalmam için yalvarırdı ki gözleri. Benim gözlerimse çoktan cevabını vermişti.
Bir koltukta bi ucunda ben diğer ucunda o yatmaya calısıyorduk. Onun sürekli kıpırdaması beni de rahatsız etti. Ve dayanamayıp;

+ "Sen rahatsız oldun. Ben en iyisi uyumaya gideyim artık." dedim
- "Diziyi izlemicek misin?"
+ "Aslında dizi baya sardı. uykumda yok ama baksana sen rahat edemedim. En iyisi gitmem"
- "Gel yanıma yat o zaman rahat izleyebiliriz."
+ "yok artık. emin misin?"
Yalvarır bi bakış ve
- " Hadi gel!"

Yanına uzandım. kolunu basımın altına koydu. Basını enseme yasladı ve kokumu içine çekti. O an orada ölmek istedim. Huzur buydu. Orada ölmeliydim ve sonsuza kadar yüzümde mutlu bir tebessüm kalmalıydı. Tanıdık bir ten elini kolunu nereye koyacağını bilen bir vücut ve bize ait bir koku. Gözyaşlarıma engel olamadım.
Fark ettiğinde beni kendisine dogru çevirdi. gögsüne bastırdı.


+ "Neden bana bunu yapıyosun?"
- "Neden ağlıyosun?"
+ " Senden nefret ediyorum."
- " Ne kadar?"
+ "çooook. Lütfen senden artık benden nefret et."
- "Benden ne kadar çok nefret ettiğini kanıtla" dedi.
Ve öpmeye başladı. 1,2,4,7 ne kadar öptü hatırlamıyorum ama hiç bir öpücüğüne karşılık vermedim. Neyi kanıtlamaya çalıştım. Ne anladı bilmiyorum ama öpmedim ve ısrarla "neden bana bunu yapıyorsun?" dedim
"Belki bende senden çok nefret ediyorumdur" dedi. Yalan söylemeyi hiç beceremezdi.


-"Ben nerede yatıcaksam göster uyuyayım yoksa dayanamayacağım."
+ "Neden dayanmak zorundasın?"
-" geleceğimiz yok"

Ben ondan hiç bir zaman bi gelecek istememiştim ki. Hatta ben bi gelecek istemiyordum. Orda öylece ölmek istiyordum. Ama o farkında değildi.

Yatacağı odaya girdik. O yattı. üstünü örttüm. Ve ışığı kapattım. Tam kapıyı cekmek üzereydim ki
- " Gitme"
+ "Hayır. İyi geceler."
- " Hadi gel"
+ "Bunu yapma bana"
- " Sadece konusucaz lüten."
+ " Peki sadece konusucaz."
Beni kendisine doğru çekti. " Bu aşk" dedi. " Birbirimize dayanamamamızın başka bi açıklaması olamaz." Gece boyunca ara ara beni kendisine dogru cekip sarıldı. Kokumu ciğerlerine hapsetti.
Ben bu kadar güzel bi gecenin gerçek olmayacağının bilincindeydim. Hepsi rüyaydı. Sabah uyandığımda "Ohhh hepsi rüyaymış. Gerçekte bu kadar aşık olup uzak olmaya nasıl dayanabilir ki insan" diyecektim. Ve antidepresanımı içip güne mutlu bir şekilde kalkacaktım.


"Nolur tanrım gözümü açtığımda yanımda olmasın. Yanımdaysa ölmüş olayım kalkıp gitmesine dayanamam" diyerek gözümü açtım. Kolunun üzerinde yatıyordum. Uyandığımı fark edince dönüp sarıldı ve uyumaya devam etti.





Ve ben hala yasıyordum
Peki
Her defasında aşk bunu bana yapmaya mecbur muydu?

14 Nisan 2011 Perşembe


Bir bebeğim olsun istiyorum çok mu??



10 Mart 2011 Perşembe

Bazen ask gider...

Ve hayat da gider onun pesinden... Terk edildigin yerde öylece kalakalırsın... Bir sabah uyanırsın ki gözünü açtıgın ömür senin ömrün degildir... Aynada tek parça görünen bedenin, aslında lime limedir...
Nefes diye içine çektigin cigerlerinde parçalanmis askının cam kırıklarıdır... Her sabah ölmeyip neden uyandigina lanet edersin...

Bazen ask gider...
Önünde bir kadeh raki, küllükte bir ölüm dolusu izmarit öylece bakakalırsın arkasından... Kulagin hiç çalmayacak olan telefondadır... Zaman dursun saatler hiç geçmesin istersin... Tanrim ne olur gerçek olmasın, ne olur günes dogmadan geri dönsün, teninde bir baska tenin kokusunu getirse bile dönsün yeter ki hiçbir sey sormam ona,bu geceyi yasanmamis sayarim, unuturum yeter ki asık olmasın... içimde durmaksızın çıglık atar dualar...

Ama bazen ask gider ve o çaresizce yalvardıgın Tanri bile gider pesinden...
Sonra sabah olur, günes dogar... Askın gelmez bir türlü... Bir gecede degisir ömrün... O bir türlü inanmak istemedigin kader seninle alay eder gibidir... Ömrünü adadıgın, yıllarıniıönüne serdigin
askın bir gecede bir baska hayata karısmıstır iste... Bir gecede bir baskasının
askı olmustur... iNANAMAZSIN!...

Bazen ask gider...
Ve sen yıllardır içinde yasadıgın yürekten valizler dolusu anılarla kendi yalnızlıgına tasınırsın... Elin varmaya varmaya bosaltırsın dolapları... Çekmeceden çıkan her giysi parçası onunla geçirdigin anıların tarihiyle agırlastıkça agırlasır... Onun kollarında geceler boyu cennet uykularına karıstıgın yatak sen giderken utancindan bakamaz yüzüne... Dogmamis bebegin yerine koyup büyüttügün cam önündeki o küçük mor menekse yapraklarina kondurdugun veda öpücügüyle büker boynunu... Valizlerini kapının önüne yıgıp yüzün sırlsıklam son bir sigara için yıgılırsın koltuga... Gidiyorsundur iste... Askini kendi ellerinle bir baska aska teslim edip... Ömrünü onun ömrüne, hayallerini onun hayallerine, sevdanı onun sevdasina ekleyip...

Bazen ask gider...
Ve adresi degisir evinin... Sesinin tonu degisir,yüzünün rengi... Yastıgının sıcaklıgı, yedigin yemegin tadi uykularin degisir... Ve rüyalarin her aksam açip girdigin kapidan baska bir sevda giriyordur artık... Her gün oturdugun koltukta o bakmaya doyamadıgın gözlerin ısıgında bir baska sevda oturuyordur... Yıllardır evinde agirladıgın, masalarina konuk oldugun, hayatlarını paylastıgın dostlarının kahkahaları arasına bir baska ses karısıyordur artık... Senin gölgene alıskın duvarlar bile çoktan kabullenmistir yoklugunu... Her gece uyudugun yastıga bir baska sevda bırakıyordur kokusunu... O öpmeye kıyamadıgın dudaklarda bir baska sevdanın adı... Askının o tek cennet bildigin uykularında bir baska sevdanın rüyaları...

Bazen ask gider ve anilarda gider pesinden...
Siz hiç o yüreginize sigdıramadıgınız askınızı bir baska sevda için aglarken gördünüz mü?...
Ben gördüm!... Kör oldu gözlerim onunla sevdasina aglamaktan... Bir alev topu gibi onun için çiglik çiglik yanarken siz hiç askınızın önünde diz çöküp "Bu kadar çok seviyorsan bırakma onu, sana kıyamam ne olur git," diye yalvardınız mı?... Onu bir baskasının kollarında düsünürken siz hiç geceler boyu aklınızı kaçırmamak için kendi kendinize bagırdınız mı:"Unut onu, unut onu, unut onu ya da ÖL!..." içinizdeki o durmak bilmeyen yangının acısını dindirsin diye kanatıncaya kadar bileklerinizi ısırdınız mı?... Göz yaslari içinde yastıgınıza gömülüp her Tanri'ya sıgınmak istediginizde artik baska bir yürege sevdalı olan
askınızı ondan geri istemekten utanıp dua etmekten vazgeçtiginiz oldu mu hiç?...
Siz hiç yana yana sevdiginiz bir sevgilinin yoluna gençliginizi serip güle güle baska bir aska ugurladınız mı?...

Bazen ask gider!...
Ama ölüm gelmez bir türlü... Ne yapsaniz öfke duyamazsınız, giderken bir kibrit aleviyle atese verdigi ömrünün alevleri içinde eriyip giden yüzünüze, silinip giden kokunuza, kül olan yüreginize dönüp bir kez bile bakmayan o sevdanıza... Anlarsıiniz asktır bu, öfkeyi bir türlü yurduna kabul etmeyen... Vefasız bir unutusa kurban olsa da solup yitmeyen... Hayattan sogutup size ölümü özleten... Ölü bir bedende canli kalmakta direnen... Anlarsınz asktir bu...

Bazen ask gider...
Günler geçer ardından ve aylar... Bazen de yıllar...Bebekler büyür, insanlar yaslanır, insanlar ölür, esyalar eskir, evler yıkılır, kurur agaçlar... Sokakların adı degisir... Acılar bellegin acımasızlıgına teslim olur... Sevilen unutur, seven yanar..

Bazen ask gider...
Ya da siz gittigini sanırsınız...

9 Mart 2011 Çarşamba

Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver.

Bir kız vardı. Gençliğiyle çocuklugu arasına sıkışmış hangi yöne adımını atacağını bilmeyen bir kız. Çocukluğunu gizlemeye çalışırken pamuk şekeri gördüğünde gözleri ışıldardı. 18 yaşına daha yeni girmişti. 18 yaş doğum günü onun için özel olmamıştı. Ama biliyordu artık kötü günlerin onun yakasını bıraktığını. Yada öyle sanıyordu.
Çok mutluy
du. Erkeğini bulmuştu çünkü. Hemde gençliğe adımını attığı ilk zamanlarda babasının gözlerine, babasının ismine sahip bir erkeği. Gerçek aşkını, hayallerini süsleyen ilklerini yaşayacağı erkeğine sahip olmuştu. Yada öyle sanıyordu.
Bir telefonla irkildi kalbi birgün. öğrendiki erkeği sandığı erkek başka bir kızın erkeğiymiş. Öğrendiki aslında hiç sevilmemiş. Aldatılmış. Kandırılmış. Erkeğin 'herşey çok güzel olacak' sözünün ardında kocaman bir yalan yatıyormuş. Başta ne yapacağını bilemedi. Yalnızdı. Yüreği bunu hazmedemeyecek kadar küçüktü, güçsüzdü. Ağlamak istedi. Bağırmak. Yataga yatıp bir daha hiç uyanmamak. Kalbini koparıp atmak istedi. Ama yapamadı.
Olsun dedi benim yanımda olsunda isterse onu sevsin dedi. Beynine söz geçirdi de kalbine bir türlü söz geçire
medi.
Günler geçti. Ama kalbinin ağrısı geçmedi. Bir gün karşılaştı erkekle. Gözlerine baktı uzun uzun. sözlerine kulak vermek istemedi. Eğer sözlerine kulak verse kalkıp gidebilirdi masadan ama o yüzünün her çizginisi ezberlemeliydi erkeğin. Dudağının kıvrılışını. Gözlerinin kısılıp masum masum bakışını. Ezberlemeliydi de başka yüzlerde ki kıvrımlara inanmamayı öğrenmeliydi.
Ezberlemeliydi de gözlere güvenmemeyi bilmeliydi.
Baktıkça güçlendi kalbi. erkeğin karşısında kıvranışlarını gördükçe büyüdü bedeni büyüdü ruhu.
Ikna olamadı sevginin masumiyetine. Küstü içindeki küçük kıza. Ve döndü arkasını hayallerine umutlarına. Bir daha da arkasına bakmadı.


Günler geçti önce. Ağrısı geçmedi kalbinin. Aylar geçti. Kalbi büyüdü ama yaraları küçülmedi. Sonra seneler oldu gözlerini unuttu çocugun. Şarkıların hangi kısmında isminin geçtiğini unuttu da üzüldü anılarına.
Ve bir gün geldi. Unuttu erkeğin yüzündeki çizgileri.Unuttu erkeğin sözlerini. Unuttu erkeğin o içini yakan ellerini.

Bir adama aşık oldu. Bir adamın gözlerinde kendini buldu.
Büyümüştü artık. Ne içindeki küçük kız çocuğu kalmıştı. Ne de genç kız. Yaşı o kadar büyük değildi ama ruhu büyümüştü.
Kalbi parça parçaydı. Birleştiririm sandı.
Adamında kalbi parça parçaydı. Birlikte yararlarını saracaklardı. yada saracaklarını sandı.

Adamın kalbiyle kendi kalbi puzzleın parçaları gibiydi. Birbirlerini tamamlıyorlardı ve bunu ikiside biliyordu.
Ama adam yoruldu birgün kadının geçmişinden. Geçmişinde aldığı yaraların acısından. Kadının güvensizliğinden.
Kadının inançsızlığından.
Başka bir kalbe inandı. Kadını kocaman bir dünyanın kocaman bir şehrinin ortasında yapayalnız bıraktı.
Adamın ağzından başka bir kadının ismini duyduğunda uzun uzun baktı, kendine ait olan gözlere dudaklara kıvrımlara iyice baktı. Ama ezberlemedi. Biliyordu ona ait olduğunu. Hangi yüzyılda hangi evrende hangi yaşam alanında olur sa olsun bir gün tekrar bir araya geleceklerini biliyordu.
Son kez öptü kendine ait dudaklardan ve uğurladı adamını. Başka kollara, başka sevdalara.

Ve dua etti seneler önce ona ilk hayal kırıklığını yaşatan onu büyüten erkeğe. Kalp ağrısının ne olduğunu biliyordu ya kadın. Onda da yanılmıştı. Asıl acıyı şimdi tadıyordu bünyesi.
Yüreği kavruluyordu da gözünden bir damla yaş akmıyordu şimdi.

25 Şubat 2011 Cuma

beni bırakma!

Git hadi git ciğerim yanıyor
Son gece bu, beni sevsen ne olur
Kim saracak beni kim sevecek
Dur dokunma yüreğim acıyor
Sevme beni sevdalardan vurgunlar yedim
Bana çok gördüğün aşkı sen ellere ver
Terkedilişim ilk değil alışır gönlüm
Sevilmeden sevmek var ya o daha beter

Hadi beni öldür beni unut
Hadi beni göm yalnızlığa
Hadi bana hepsi yalan de
Beni bırakma


24 Şubat 2011 Perşembe

Aitlik&Sahiplik


Ben hiç bir zaman hiç bir yere yada bir kişiye yada herhangi bir şeye ait olmayı düşünmedim. Bu yüzden dogduğum şehri sevmedim hiçbir zaman. Hiçbir okulumu da öyle. sınıf arkadaslarımla sıra arkadaslarımla güzel bitirmedim ilişkilerimi. Gerçi bi sonun neresi güzel olabilir ki. Hocalarımdan da nefret ettim hep. Ait olmaktan, ait olup o şehre o insanlara saplanıp kalmaktan çok korktum.
Sevgililerimle ilişkilerim hep alt etmeye yönelik oldu. Ait olmayayım sahip olayım istedim. Olmayınca arkama bakmadan dönüp gittim.
Üniversiteye geldim. Başka bi şehir başka insanlar başka nesneler girdi hayatıma. Dönüp baktığımda ait olduğum tek şey ailemdi. E.de buna dahil.
Bu korku benim yakamı burdada bırakmadı. Okulumu hiç sevmedim. Kaldığım yeri. Kaldığım şehri. Hiç benimsemedim. Sahip olmak hep daha cazip geldi bana. Eğer bişeye sahipsen senin iznin olmadan o şey senden kopamazdı çünkü. Sen ipi bırakmadan o senden uzaklaşamazdı. Hayal kırıklıklarına ve üzüntüye yer yoktu hayatımda ait olmadıktan sonra da olmayacaktı.

Sonra iki sene geçti üzerinden bir yaz tatiliydi. Diğer yaz tatillerinin aksine Ben okuduğum şehri özledim, ben kaldığım evi, odamı, eşyalarımı özledim. Ben arkadaşlarımı özledim. Ben sevdiğim adamı özledim. İlk defa bi yere ait olduğumu hissettim. İlk defa bi adama ait olduğumu hissettim.

Sonra ne mi kendimi o adama ait değilde sahip olduğumu kanıtlamak için giydim bütün zırhlarımı, sürdüm savaş boyalarımı ve yenildim. Ve kendimi ilk defa ait hissettiğim ve bunu kabul ettiğim adam tarafından piç gibi ortada bırakıldım.

Şimdi ne ait olduğumu hissedebiliyorum. Nede birşeylere sahip. Ben bu koca şehirde bi çatı katında çift kişilik bir yatak üzerinde kayboldum.

22 Şubat 2011 Salı

Olmuyorsa zorlamayacaksın!


Bu lanet olası aşk acısı mı, sevgi mi, özlem mi her ne boksa benimde ağzıma sıçtı ve hala da sıçmaya devam ediyor.
Geçmiyor ne yaparsam yapim bitmiyor.
Ne zaman tamam bitti artık son desem karşımda ya hayaletini görüyorum yada kendisini. Biz hiç yok olmamışız gibi devam ediyoruz biz olmaya.
Birbirimizi gördüğümüz konusmaya basladığımız dakikada aramızdaki her ne boksa yine bizi birbirimize çekiyor.
Bitsin istiyorum. Artık burnum kokusunu, gözlerim yüzünü, ellerim ellerini aramasın istiyorum.
Başka vücutların 'başka' olduklarının farkına varabilmeyi ve o 'başka' vücutlara ait olabilmeyi istiyorum. Ama olmuyor. Ne yaparsam yapayım ne aklımdan nede kalbimden gitmiyor işte.
Bazen nefesim daralıyor, bazen damarlarımdan aktığını hissediyorum. Bazen akıp gittiğini artık bittiğini hissediyorum ama o ilk gördüğüm anda girdiği yerden bir türlü çıkmıyor. Çıkamıyor.
Aynaya bakıp onu gördüğüm günlerde kendime diyorum. 'Bu da geçiçek hangi acı sonsuza dek sürmüş ki ve bu acı canımı ne kadar acıtabilir ki.'
Sonra bazen kolumu ısırıyorum, dişim ağrıdığında seviniyorum. Onun acısının biraz daha hafifleme ihtimaline karşın.
Ama olmuyor. Bir türlü hayallerimden çıkartamıyorum. Öldüğümü hayal ettiğimde bile.
Ve en kötüsü ne biliyor musunuz. Deli gibi nefret ettiğim halde, hiç sorgulamadan boynuna atlayacak kadar çok seviyorum.

11 Şubat 2011 Cuma

Ben her gece sarhoşum derdimden böyle. Aşk yolunda berduşum kaderim böyle.


Resmen 1 haftadır bu modda yaşıyorum. Ne ders çalışabiliyorum, ne bilgisayarla uğraşıyorum ne de vatana millete hayırlı bi eylem gerçekleştiriyorum. Tek yaptığım uyuklamak. Beni tetikleyici zinde tutucu antidepresanlar aldığım halde.
Boş beleş yaşıyorum bu hayatı anlayacağınız gibi. Ve bu durum beni hiç rahatsız etmiyor. Hiç bişeyden beklentim kalmadı çünkü. Özellikle çakmaktaştan.
Diğer yarının burda olduğu bi gün içelim güzelleşelim dedik ve liköre şarapmış gibi davranıp dehşet bi biçimde kafayı bulduk. Normal zamanda konuşmayı sevmeyen ben yaklaşık 3 saat aralıksız konustuğumu hatırlıyorum çektiğimiz videolar sayesinde. Bide çakmaktaşı aradığımı. Ve sevgilin varmı diye sorup evet cevabı aldığımda senin sevgilin olamaz çünkü sen beni seviyosun diyip telefonu kapattığımı. Gecenin sonunda da ben biraz organlarıma konusayım diyip sızmışım. sabah kalktığımda kafam hala güzeldi. Burdan çıkartacağımız sonuç eğer likör kadehte içilen bi içki olsaydı likör bardağı yapmazlardı. Ama biz pişman değiliz yine olsa yine içeriz.

Ve ayrıca ben yazı yazma özürlü olduğumu bile bile blog yazmayı sürdürmemide tebrik ediyorum.
Burdan kendimi öpüp sizlerede hoşçakalın diyorum.
Umarım herkes güzel bi haftasonu geçirir. Sınavları olsa bile.

28 Ocak 2011 Cuma

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Ve sonunda can'a kavuşmak

Ve sanırım şuan en çok ihtiyacım olan şey bu.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Onu unutmam gerektiğini bir türlü unutamıyorum.


Uzun süredir buraya birşeyler yazmak istiyorum ama kelimeleri bir türlü yoluna koyup bi kaç satır bişi yazamıyorum. Kafam o kadar karışık kı bu sıralar ne yapıcamı ne yapmam gerektiğini bir türlü saptayamıyorum. Oysa ki günler aynı rutinlikte ilerliyor. Finaller, kurs, tez, uyku için ayırdığım zamanlar ve akıp giden hayat.
Yaklasık son bir aydır olmayan aşk hayatımı yoluna koymaya çalışayım dedim. Aşk hayatım dediğimde de aklıma tek bir insan geliyor oda çakmaktaş. Tabi bunu aşk hayatımı, saplantı dünyasımı diye adlandırmalıyım bilemiyorum. Neyse zaten amacımda bu konuyu çözmekti. Geçmişime baktığımda da çoğu aşk haline getirdiğim olayın aslında bir saplantı olduğunu farkettiğim için bununda saplantı olabileceği beynimin bir kenarına kazınmış bulunmaktaydı.
Ve benim ilk yapmam gereken bunun aşk oldugunu kendime kanıtlamaktı.
Aşk için hep emek vermek denir. seviyosan sonuna kadar gitmelisin denir. Ki bu kelimeleri çevremdeki arkadaşlarımda bana 1500 defa söyleyince bişeyler yapmam gerektiğini farkettim.
İlk önce gidip çakmaktaşla adam gibi konuşma kararı aldım. Kafamda kurguladığım hiç bir şey o ana oturmadığı için ve çakmaktaş son derece odun ve garip bi insan olduğu için bu yöntem çok basit geldi.
Sonra bi defter hazırlamaya karar verdim. Yarı ergen günlüğü yarı blog yarı mektup tadında. Gidip onun hayatında en değerli şey olan takımıyla ilgili bi defter aldım. Başladım yazmaya. Yazdıkça aşka geldim aşka geldikçe yazdım. Sonuç olarak gidip o defteride veremedim. Gerçi henüz tamamlamadım. Buraya yazınca çok ergence bir şey oldugunu farkkettim. Bu yüzden yazasım gelmedi:/
acaba

İlginç bi fikri olan var mı???