28 Şubat 2010 Pazar

Eksik bir şey mi var hayatımda? Gökyüzü bazen ciğerime doluyor

Eski olan her şeyi o kadar çok özlemişim ki bunu bana bir mesaj anımsatınca ne zamandır düşünmediğimi farkettim. Yaşamdan kopuk yaşamak..
O sokağı çok özledim mesela. Saat 18:00da her gün meydandan dönüp bağlar sokağında beklemeyi. 19:00da evde olmayı.
Bişi unuttuum bahanesiyle soluk soluğa Elilere gitmeyi ve hevesle bişiler anlatmayı. Ama hiç bi zaman hiç bişi unutmuş olmamayı,
Eski telefonumu özledim. Ekranını garip araba resimleriyle süslediğim, rehberindeki isimleri anımsayamadığım, 3 mesaj klasörü olan telefonumu,
En son klasördeki mesajları tek tek okuyup gözümü kapatarak sildiğim anı,
Üzeri bir haftalık kıyafetlerimle dolu olan yatagımda uyumayı,
Mor converselerimi özledim, parçalanmış ve giyilmeyecek halde olmasına rağmen sakladığım fakat bidaha bulamadığım converselerimi,
Elinin converselerinin katledildiği gün agladığımızı, ufacık şeylere üzüldüğümü, üzüldüğümüzü,
Yazı yazmayı, oturup saatlerce mektup vari şeyler yazmayı, tanımadığım bedenlere aşkımı anlatmayı,
Evden her çıktığım an 'o'nların balkonuna bakmayı 1 kez bile unutmuş olmamayı, safça bağlanmayı,
Test çözmeyi, oturup saatlerce test çözmeyi,
Meydanlıkdaki duvarın üstüne oturup çocuk kesmeyi,
Derdimiz yokcasına bağırıp şarkı söylemeyi,
Çorba içmeyi bile özledim, o masada, o çorbayı,
ÇAH'a yazmayı,
Hayaller kurmayı, olmayacagını bile bile tekrar kurmayı,
Unutmayı,
Unuttuğumu unutmayı,
Cumartesileri,
Eski kıyafetlerimi, taktığımız takımsı şeyleri,
Gimanın önünü
Bisikletle parkura gitmeyi,
Mutluyken mutsuzmuş gibi davranmayı,
Çoook gülmeyi,
Çok düşünmeyi,
Çok eğlenmeyi,
Biliyor musunuz?
Ben aslında en çok 'eski bizi' özledim. Hemde herşeyden çoook.


D.N: Kirlendik be olum.

24 Şubat 2010 Çarşamba

On gün oldu ben öleli, bir öyküydüm anlatıldım

Ben her zaman kararlar alırım. Ama tam anlamıyla uygulayamam bunları. sanırım kendime karşı bi saygı beslemiyorum. Kime karşı besleyebiliyorsam. Garip bi yogunluk içinde buldum yine bu sıralar kendimi. kurs, okul, saçma sapan zımpırtılar derken aynaya bakmayalı baya bi zaman olmus yeni yeni farkediyorum. İnsanlara inanmak ve güvenmek mantıksızdır. bu hayatta insan kendine bile güvenip inanamazken hemde. Yaklasık iki senedir arada sırada karşılaşıp kesiştiğim bi çocuk vardı. aramızda tuaf bi enerji olduğunu düşünüp kurardım hep. Geçen okulun kantininde gördüm. Sonra tekrar onu görürüm umuduyla kantine giderken yunusla sevgilisini gördüm. tüm iştahım kaçtı. ne güzel bişidir 3 senedir bi bedeni unutamamak. Hayat böyle bişi işte, tam anlamıyla bok gibi. ama ben artık yaşamıyorum. ben yokum gölgem var.Hayata karşı nasıl duyarsız olunurmuş öğrendim. Artık mutlu olmak bile istemiyorum. 'Soluk soluğa' ne güzel bi şarkıdır. sevgilim olduğunda onu bu şarkıyla terkedicem. bi şarkıyla terketmek nasıl oluyorsa artık. Yarın parasız bi gün geçiricem. bütün gün uyuyup cuma gününe mi uyansam acaba? Terminale gidip önüme cıkan ilk otöbüse binip siktir olup gitmek istiyorum. Hayattan bi beklenti içine girmeden yaşamak nasıl bişidir? İnsanlar çekilmezdir.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bazen bir içki şişesi, yaşam destek ünitesi

Hiç canımın yanmadığı kadar acıttı bu kış canımı. Yağmur damlalarının en sertini hissettim tenimde.. bakışların en sertini gözlerimde.. sözlerin en sertini kulağımda.. Çok fazla üşüdüm ben bu kış. Hiç bi alev vücudumu yakmadı. Hiç bi vücut beni ısıtamadı. Hani canınız çok yanar ya fazlalığından haz duymaya başlarsınız çünkü ardından derin bi nefes vadedilir size. işte o nefes hiç vadedilmedi bu kış bana. hep nefessiz kaldım, hep nefesimi bağışladım. her adımımda tekrar yolun başında buldum kendimi, çok çabaladım çabaladıkça daha bi derine battım. ardıma dönüp bakmadım ama baktığımda da koca bi boşluktan baska bişi göremedim. Önüme baktım, bir uçurumdan yuvarlandım yapamadım. Anı yaşa denir ya hep. En degerli şey bulundugun andır aslında. Ben anı bile yaşayamadım. Aklımı boşlukta, kalbimi uçurumda bıraktım ama hiç varolamadım. Bu kış ben hiç şehre ait olmadım. Her bir parçamı ayrı yere bıraktım, varlığımı parçaladım, yokluğumla bir 'ben' olmaya çalıştım. Ama o 'ben' hiç 'ben' olamadım. Çok güldüm, çok ağladım, çok mutlu oldum, çok kırıldım, çok yıprandım, ama gerçek olamadım. Bu kış ben bi varlığı hiç unutamadım. Sevemedim, nefret edemedim, tüm duygularımı marketteki bağış kutusuna bıraktım. Ve tüm hevesle ilk defa yazı özledim.Ve yazı beklemeye karar verdim.

12 Şubat 2010 Cuma

Az şekerliyim bugün damla damlayım

Her insanın bir kullanma kılavuzu olmalı bence. Tanıştığında hemen eline tutusturabilecegi hatta mümkünse fazla konusmasına gerek kalmadan kimlik bilgilerininde üzerinde yazılı olduğu bir kullanma kılavuzu.
Çoğu zaman insanları iyi tanıdığımı savunmakta olsam da iletişim kurma konusunda hem yeteneksiz hemde isteksizim. her ne kadar okuduğum bölüm itibariyle ters orantılı bir durum olsa da bu. İnsanlarla konusmayı pek sevdiğim söylenemez. daha dorusu insanların boş ve uzun süreli konuşmalarına tahammülüm yok. İyi bi dinleyiciyim tamam ama hafızamın sınırlarını zorlamakta pek istemem. Göçebe yaşamın tüm dezavantajlarını kullandığım bir dönemdeyim yine. Param parça oldum ve parçalarımı da bulamamaktayım. Tatil biteli 5 gün oldu. Fakat denizliye dönüp dönmediğim konusunda çok kararsızım. 4-5 evim varmış da hiç biri bana ait değilmiş gibi. Burda oldugumda orayı cok özlüyorum ama oraya gidince de burdaki alışkanlıklarımdan vazgeçemiyorum. Bok gibi bi durumdayım yani. Şapkalarımdan birini Elilerde unutmuşum. toka kutum evde kalmış. başka zımpırtılarım babannemde, aklım başka yerde, ruhum başka yerde.
özetle bu kentin ritmine ayak uyduramamaktayım yine. Konudan konuya geçiyor olmam aslında beynimin ne kadar dagınık oldugunuda kanıtlıyor sanırım. Ben sevgili insancıklarıma geri döneyim. 2 gündür uzun ugraslarım sonucunda ekle-silimi halledebildim. o değilde asistanların özel yaşamı diye bişi kalmadı benim açımdan 23456789 saat odalarında durunca onlardan biri gibi tüm muhabbetlerde katılımcı olmam da kaçınılmaz oldu. İşin kötüsü(!) asistanların üçüde genç ve yakışıklı insanlar. Allah kötü düşüncelerden arındırsın.
Ama ben bunlara ragmen dert anlatma konusunda bir türlü başarılı olamadım. her seferinde ' As yaa senin sorun neydi?' ' şimdi hocam....' diye baslayan cümleleri tatmin edici bir cevapla sonlandırmak çok güç. Hayır anlamadığım nokta bende mi bi sorun var yoksa beni anlasın diye kıçımı yırttıgım karşımdaki insanda mı? Ve işte bunun cevabını da kullanma kılavuzu olmadan verebileceğimi sanmıyorum.
Ben şimdi kendime bir kılavuz hazırlamaya gidiyorum. Öpt kib by aeo lsj cşx.

1 Şubat 2010 Pazartesi

!?


Şuan çok sinirliyim. hatta sinirden ellerim titriyor, kalbim sıkısıyor, karnım agrıyor. ama garip olan bünyemin gösterdiği bu tepkiler değil. sinir olma sebebımın olmaması. Tamam evden 1de cıkmak yerine 2 de cıkıcam ama bunda bu derece sinir oluncak bişin olmaması gerekmez mi.
Ama ben yinede sinirliyim gözlerimden ateş beynimden buharlar cıkıcak kadar. normal hayata dönmeyeli ne kadar oldu acaba?
Sakinleşinceye kadar yokum, üstüne bastıgım kadar yoksun.

ya ben derdimi tam anlatamadım bizim bir arkadaş var o daha iyi anlatıyor

O akşam da evde oturmuş her günkü gibi günün genel bir muhasebesini yapmaya başlamıştım ki önümdeki dosya kağıdına attığım tarihi görünce bu eylemimden vazgeçtim. Bugün günün muhasebesini yapmayacaktım. Hayır dostlarım, hayır sandığınız gibi değil. Bu vazgeçişimin sebebi "bundan sonra hiç günlük muhasebe yapmadan, tıpkı bir umarsız gibi, yaşadığım şeylerden eğrisiyle doğrusuyla hiç pişmanlık duymadan yaşayacağım lan" diye ani bir karar vermem değildi. Evet yapacaktım, bu benim yapımda vardı. Irsi bir şeydi bu ve her ne kadar "carpe diem" fikri bana cazip görünse de elden bir şey gelmiyordu. Yapmalıydım, yapmıştım, yapacaktım. Ama bugün günlük muhasebe yapmayacaktım, çünkü tarih benim doğum günümü gösteriyordu. Hiç polemiğe girmeden kimine göre 24 yıllık, kimine göre 25 yıllık ömrümün muhasebesini yapacaktım. Gerçi 1 yılın benim hayatımda esamesi bile okunmazdı. Bir yıllık zaman dilimi belki birçok insan için hayatının dönüm noktalarından birini kapsardı ama benim hayatımınkinde ne yazık ki kapsamıyordu. Çünkü hayatımda hiçbir zaman dönüm noktaları, çok önemli olaylar olmamıştı. Ortalama, sıradan belki de olması gerektiği gibi benim kendi hayatımın öznesi değil, nesnesi olduğum bir hayatım olmuştu. Hiçbir zaman hayatımdan çok da memnun olmasam da, Hergün "Eveet ne aldık, ne verdik bugün?" diye sayfalar dolusu hesaplar yapsam da ne memnuniyetsizliğimi gidermek için, ne de muhasebeler sonucu çıkardığım düz bir çizgi gibi olan istikrar çizelgesini yükselişe geçirmek için en ufak bir adım bile atmıyordum. Yaptığım günlük muhasebeler sadece kağıt masrafından ibaretti. Düz bir çizgi şeklindeki muhasebe çizelgesine bir kez daha şöyle bir baktım ve bilimsel bir şekilde yorumladım. Evet benim hayatıma bir durultu çökmüştü. Bu çizelge bende bir "adam sen de"cilik, bir "dur hele bir dur"culuk olduğunu ve bunun benim bütün ömrümü kapsadığını gösteriyordu. Hemen şüphe ve korku ile yerimden kalktım ve içeride, salonda pirinç ayıklayıp, televizyon izleyen annemin yanına gittim."Bütün gerçeği bilmek istiyorum! Her şeyi şimdi bütün çıplaklığıyla bana anlatacaksın!" diye öfkeyle haykırdım. Zavallı kadın başını öne eğip "Dur ses etmezsem, bulaşmazsam bağırır bağırır gider bu deli oğlan, gider bu çılgın oğlan... Evet gider... Gitmeli" gibi yanlış bir mantalite edinerek kendine hızlı hızlı ayıklamaya başladı pilavlık baldo pirinci. Ama hayır ısrarlıydım, bir takım haklı şüphelerim vardı ve direttim. Israrlarıma sonunda dayanamadı ve "Ne istiyorsun yavreemm? Bugün pazar yaptım, bütün param bitti valla yok. Daha ne istiyorsun?" diyerek astı suratını, ağlamaklı oldu. "Paran pulun senin olsun kadın. Bana sadece gerçeği söyle!" dedim ve "Yaaa anne yaaa biz nerden geldik?" diye sordum. "Nasıl nerden geldik oğlum, Sivas'tan geldik işte" diye boynunu bükerek cevap verdi. "Yaa onu sormuyorum" diye itiraz ettim ve "Gün oluyor çoğu kişiyle konuşuyorum, muhabbeti kıt bir insan olduğum için apansız soruyorum -siz nerelisiniz-diye... Evet genellikle Bursa, Kars, İzmir, Kayseri diye cevaplıyorlar. Ama ardından da yok benim dedem aslında Selanik'ten gelmiş de, yok benim dedem Horasan'dan gelmiş de, yok Girit de, yok Kırım da diye ekliyorlar. Hayır, bir biz mi tarihimizle övünmüyoruz bir biz mi utanıyoruz nereden geldiğimizden anlamıyorum. Niye bizim ailede dedemlerin geldiği yer saklanıyor, hiç muhabbeti edilmiyor. Söyle gerçeği bana biz Sivas'a nerden gelmişiz?" diye de ekledim. Annem biraz düşündü ve "Benim dedemgil de Sivas'talarmış hep" dedi. "Biraz hafızasını yoklamasını iyi düşünmesini, mümkünse teyzemleri arayıp sormasını salık verdim. Düşündü, yokladı, aradı. Yok, onlarda da herhangi bir göç konusunda bir bilgi mevcut değilmiş annem teyzemleri aradıktan sonra yok anlamında başını salladı, ben de "Hmmm şimdi herşeyi anlıyorum" anlamında başımı salladım. Biz öyle karşılıklı kafamızı ters istikametlerde sallarken, birden annem "Evet anlamında" benimle aynı istikamette başını sallamaya devam etti. "Nooldu anne bişey bir bilgi mi hatırladın" diye sordum. "Yok, da sen öyle sinirli gözlerle kafanı sallıyınca, senin suyuna gideyim, sana yaranayım da bana bulaşma diye öyle sallamaya başladım " dedi. Yok, yere zavallı kadını da korkutmuştum. Yanağından öptüm ve pirincin taşını beraber ayıklayarak babamın gelmesini bekledik. Ona da sordum o da bilmediğini, duymadığını söyledi. "Nasıl olur yaa? İki sülale de yüzyıllardır Sivas'ta mı oturmuş? Yav kardeşim bir insan hiç mi gezip dolaşmak, dış dünyayı görmek istemez! Ne yani herhangi bir zorunlu göç de yok diye hep orda mı takılmışlar. Pes yani bu kadar mı geniş olur bir insan yaa!" diye isyan ettim. Gülüp geçiştirdiler konuyu. Çaresiz odama gittim. Daha önce de dedim ya nasıl ki hiçbir getirisi olmadığı halde günlük muhasebe yapmam, yapılan her işi evraka dökmem, bu bi boka yaramayan evrakları tıpkı evdeki 20 yıllık su faturalarını saklar gibi saklamam ırsi ise benim bu duruntum, bu "yav iki dakka bi otur"cu tavrım da ırsiydi. Yüzyıllardır herhangi bir merakı ve maceracı ruhu olmayan atalarımın bana mirasıydı. Aslında çevre zorlamasa "Bu tavır bir insan için süper, ideal bir tavırdır. O istikrar, hareket çizelgesi yukarı çıksa ne yazar, aşağı düşse ne yazar" derim ama neyleyim ki çevre faktörü var. Yaşadığımız yıllarda, İstanbul gibi kozmopolit bir yerde insanlar istiyorlar ki hep bir hareket olsun, bir kıpır kıpırlık bünyeye hakim olsun istiyor. Misal gençsin, sonuçta sen de bir rahip değilsin bir takım ilişkilere girmek istiyorsun ama karşı taraf yadsıyor senin bu durgunluğunu. Böyle yaşayan biri olarak ikna kabiliyeti haliyle düşük biri, durumun güzelliğini süslü cümlelerle anlatamayacak biri olduğun için de iki güne kalmadan kaçırıveriyorsun elinden şahane bebeği. Doğal olarak tercih ediyor o kişi daha aksiyonlu şahısları, daha "Eee napıyoruz şimdi?"ci şahısları. Varsın tercih etsin diyorsun ama moralin de bozuluyor. Zaten moralinin bozulmasından başka bir şey de elden gelmiyor. Böyle bir sülalenin tercih edeceği en güzel meslek olan memurluk mesleğine sahip bir babanın size empoze ettiği kültürle büyüdüğünüz için bi de bu duruntuya korkaklık ve ortayolculuk da ekleniyor iyice lanetleniyorsunuz. Artık iflah olmaz bir "Aman aga hiç işim olmaz" adamı oluyorsunuz. Ne Müslüm Gürses gibi oluyorsunuz, ne de Mor ve Ötesi gibi kaygılar taşıyorsunuz. Sizin kaygınız elinde gitarıyla arabesk tonlamalar yapan fantezi müziğin genç prensi Baha'nın kaygılarına, durumunuz onun durumuna benziyor. En fazla Baha olabiliyorsunuz. Sonuçta da doğum günü gecenizi süper çıkarımlar yaptığınızı sanarak, ama onu da beceremeyerek salak bir şekilde geçiriyorsunuz. Ama size bişey söyleyeyim mi öyle de 25 (yada 24) seneyi rahatça deviriyorsunuz, böylede... Ben bunu yaşadım, ben bunu gördüm, ben ordaydım.O akşam da evde oturmuş her günkü gibi günün genel bir muhasebesini yapmaya başlamıştım ki önümdeki dosya kağıdına attığım tarihi görünce bu eylemimden vazgeçtim. Bugün günün muhasebesini yapmayacaktım. Hayır dostlarım, hayır sandığınız gibi değil. Bu vazgeçişimin sebebi "bundan sonra hiç günlük muhasebe yapmadan, tıpkı bir umarsız gibi, yaşadığım şeylerden eğrisiyle doğrusuyla hiç pişmanlık duymadan yaşayacağım lan" diye ani bir karar vermem değildi. Evet yapacaktım, bu benim yapımda vardı. Irsi bir şeydi bu ve her ne kadar "carpe diem" fikri bana cazip görünse de elden bir şey gelmiyordu. Yapmalıydım, yapmıştım, yapacaktım. Ama bugün günlük muhasebe yapmayacaktım, çünkü tarih benim doğum günümü gösteriyordu. Hiç polemiğe girmeden kimine göre 24 yıllık, kimine göre 25 yıllık ömrümün muhasebesini yapacaktım. Gerçi 1 yılın benim hayatımda esamesi bile okunmazdı. Bir yıllık zaman dilimi belki birçok insan için hayatının dönüm noktalarından birini kapsardı ama benim hayatımınkinde ne yazık ki kapsamıyordu. Çünkü hayatımda hiçbir zaman dönüm noktaları, çok önemli olaylar olmamıştı. Ortalama, sıradan belki de olması gerektiği gibi benim kendi hayatımın öznesi değil, nesnesi olduğum bir hayatım olmuştu. Hiçbir zaman hayatımdan çok da memnun olmasam da, Hergün "Eveet ne aldık, ne verdik bugün?" diye sayfalar dolusu hesaplar yapsam da ne memnuniyetsizliğimi gidermek için, ne de muhasebeler sonucu çıkardığım düz bir çizgi gibi olan istikrar çizelgesini yükselişe geçirmek için en ufak bir adım bile atmıyordum. Yaptığım günlük muhasebeler sadece kağıt masrafından ibaretti. Düz bir çizgi şeklindeki muhasebe çizelgesine bir kez daha şöyle bir baktım ve bilimsel bir şekilde yorumladım. Evet benim hayatıma bir durultu çökmüştü. Bu çizelge bende bir "adam sen de"cilik, bir "dur hele bir dur"culuk olduğunu ve bunun benim bütün ömrümü kapsadığını gösteriyordu. Hemen şüphe ve korku ile yerimden kalktım ve içeride, salonda pirinç ayıklayıp, televizyon izleyen annemin yanına gittim."Bütün gerçeği bilmek istiyorum! Her şeyi şimdi bütün çıplaklığıyla bana anlatacaksın!" diye öfkeyle haykırdım. Zavallı kadın başını öne eğip "Dur ses etmezsem, bulaşmazsam bağırır bağırır gider bu deli oğlan, gider bu çılgın oğlan... Evet gider... Gitmeli" gibi yanlış bir mantalite edinerek kendine hızlı hızlı ayıklamaya başladı pilavlık baldo pirinci. Ama hayır ısrarlıydım, bir takım haklı şüphelerim vardı ve direttim. Israrlarıma sonunda dayanamadı ve "Ne istiyorsun yavreemm? Bugün pazar yaptım, bütün param bitti valla yok. Daha ne istiyorsun?" diyerek astı suratını, ağlamaklı oldu. "Paran pulun senin olsun kadın. Bana sadece gerçeği söyle!" dedim ve "Yaaa anne yaaa biz nerden geldik?" diye sordum. "Nasıl nerden geldik oğlum, Sivas'tan geldik işte" diye boynunu bükerek cevap verdi. "Yaa onu sormuyorum" diye itiraz ettim ve "Gün oluyor çoğu kişiyle konuşuyorum, muhabbeti kıt bir insan olduğum için apansız soruyorum -siz nerelisiniz-diye... Evet genellikle Bursa, Kars, İzmir, Kayseri diye cevaplıyorlar. Ama ardından da yok benim dedem aslında Selanik'ten gelmiş de, yok benim dedem Horasan'dan gelmiş de, yok Girit de, yok Kırım da diye ekliyorlar. Hayır, bir biz mi tarihimizle övünmüyoruz bir biz mi utanıyoruz nereden geldiğimizden anlamıyorum. Niye bizim ailede dedemlerin geldiği yer saklanıyor, hiç muhabbeti edilmiyor. Söyle gerçeği bana biz Sivas'a nerden gelmişiz?" diye de ekledim. Annem biraz düşündü ve "Benim dedemgil de Sivas'talarmış hep" dedi. "Biraz hafızasını yoklamasını iyi düşünmesini, mümkünse teyzemleri arayıp sormasını salık verdim. Düşündü, yokladı, aradı. Yok, onlarda da herhangi bir göç konusunda bir bilgi mevcut değilmiş annem teyzemleri aradıktan sonra yok anlamında başını salladı, ben de "Hmmm şimdi herşeyi anlıyorum" anlamında başımı salladım. Biz öyle karşılıklı kafamızı ters istikametlerde sallarken, birden annem "Evet anlamında" benimle aynı istikamette başını sallamaya devam etti. "Nooldu anne bişey bir bilgi mi hatırladın" diye sordum. "Yok, da sen öyle sinirli gözlerle kafanı sallıyınca, senin suyuna gideyim, sana yaranayım da bana bulaşma diye öyle sallamaya başladım " dedi. Yok, yere zavallı kadını da korkutmuştum. Yanağından öptüm ve pirincin taşını beraber ayıklayarak babamın gelmesini bekledik. Ona da sordum o da bilmediğini, duymadığını söyledi. "Nasıl olur yaa? İki sülale de yüzyıllardır Sivas'ta mı oturmuş? Yav kardeşim bir insan hiç mi gezip dolaşmak, dış dünyayı görmek istemez! Ne yani herhangi bir zorunlu göç de yok diye hep orda mı takılmışlar. Pes yani bu kadar mı geniş olur bir insan yaa!" diye isyan ettim. Gülüp geçiştirdiler konuyu. Çaresiz odama gittim. Daha önce de dedim ya nasıl ki hiçbir getirisi olmadığı halde günlük muhasebe yapmam, yapılan her işi evraka dökmem, bu bi boka yaramayan evrakları tıpkı evdeki 20 yıllık su faturalarını saklar gibi saklamam ırsi ise benim bu duruntum, bu "yav iki dakka bi otur"cu tavrım da ırsiydi. Yüzyıllardır herhangi bir merakı ve maceracı ruhu olmayan atalarımın bana mirasıydı. Aslında çevre zorlamasa "Bu tavır bir insan için süper, ideal bir tavırdır. O istikrar, hareket çizelgesi yukarı çıksa ne yazar, aşağı düşse ne yazar" derim ama neyleyim ki çevre faktörü var. Yaşadığımız yıllarda, İstanbul gibi kozmopolit bir yerde insanlar istiyorlar ki hep bir hareket olsun, bir kıpır kıpırlık bünyeye hakim olsun istiyor. Misal gençsin, sonuçta sen de bir rahip değilsin bir takım ilişkilere girmek istiyorsun ama karşı taraf yadsıyor senin bu durgunluğunu. Böyle yaşayan biri olarak ikna kabiliyeti haliyle düşük biri, durumun güzelliğini süslü cümlelerle anlatamayacak biri olduğun için de iki güne kalmadan kaçırıveriyorsun elinden şahane bebeği. Doğal olarak tercih ediyor o kişi daha aksiyonlu şahısları, daha "Eee napıyoruz şimdi?"ci şahısları. Varsın tercih etsin diyorsun ama moralin de bozuluyor. Zaten moralinin bozulmasından başka bir şey de elden gelmiyor. Böyle bir sülalenin tercih edeceği en güzel meslek olan memurluk mesleğine sahip bir babanın size empoze ettiği kültürle büyüdüğünüz için bi de bu duruntuya korkaklık ve ortayolculuk da ekleniyor iyice lanetleniyorsunuz. Artık iflah olmaz bir "Aman aga hiç işim olmaz" adamı oluyorsunuz. Ne Müslüm Gürses gibi oluyorsunuz, ne de Mor ve Ötesi gibi kaygılar taşıyorsunuz. Sizin kaygınız elinde gitarıyla arabesk tonlamalar yapan fantezi müziğin genç prensi Baha'nın kaygılarına, durumunuz onun durumuna benziyor. En fazla Baha olabiliyorsunuz. Sonuçta da doğum günü gecenizi süper çıkarımlar yaptığınızı sanarak, ama onu da beceremeyerek salak bir şekilde geçiriyorsunuz. Ama size bişey söyleyeyim mi öyle de 25 (yada 24) seneyi rahatça deviriyorsunuz, böylede... Ben bunu yaşadım, ben bunu gördüm, ben ordaydım.