4 Kasım 2010 Perşembe

Sadece bir mazoşist öyle bir narsiste aşık olur

Ev arkadasımın ani bi kararla memleketine gittme tarihini bugüne alması sonucu ilk defa bu evde yalnız kalıcam için bir telaş kaplamıştı içimi.Zira
bunu arkadasıma belli etmemek zorundaydım çünkü yine ani bi kararla vazgecebilirdi ve burda 5 gününü stresli bi şekilde geçirebilirdi. O
yüzden cool gözükmek zorundaydım.
Gerçi yalnızlığı seven biri olduğumu düşündükçe
içimdeki telaşta azalıyordu. Otobüs saati yaklasınca baska
bir arkadasımız onu almaya geldi. Bana 'sende gel hadi hava almıs olursun' dedi. Arabada çakmaktaşında olduğunu bilmeme ragmen
ok dedim. Görüşmüyor olusumuzun 17.günündeydik.
Ve
bu sıralar cokca aklımdan geçmekteydi. Özellikle Nazlıya (ev arkadasım) benim onu anlamadığımı, ayrılmak istemediğini, suçlu olanın ben olduğumu söylemesinden sonra. Aklımdan geçiyordu ama hala olayda haklı olduğumu
ve sanırım artık onu istemediğimi düşündüğüm için sadece aklımdan geçiriyordum. Herhangi bir eyleme sebep vermiyordum.

Arabaya bindim. Önde oturuyordu. Merhaba dedim. Sustum. Saçlarına dokunmamak için kendimi zor tuttum bide. Şarap muhabbeti oldu güldük, en son şarap içtiğimizdeki sarhoş taklitimi yaptı sessizce, hissettim güldüm. Terminale vardık. arabadan inince gördüm yüzünü. Sadece bana aitmiş gibi hissettiğimi gördüm ve te
krar aynı seyi hissettim. Sanki hiç kötü yada iyi bişi yaşamamışız gibi, 2 sene önceki bakışları, gözlerini kaçırışları, bıyık altı gülüşleri ve saçma sapan
laflarıyla aynı noktadaydık. Ne bi adım atabilmiştik ne de geri çekilebilmiştik. Biz birbirimizi hiç anlamayan ve sonsuza kadarda anlamayacak
olan iki insandık. Ve birbirinden kopamayan, aralarında
anlamsız bi bağ olan iki insan.
Bana bakmak istediğini anladığım için o bakınca bakmadım, oda öyle hisstemiş olacakki ben o özlediğim yüzü izlerken izin verdi bana. Gözlerimiz
pek kesişmedi, kesiştiği nokta
da zaman
duracaktı, biliyorduk.



Eve bıraktılar beni. yaklasık 1 saat sonra mesaj geldi.
Çakmaktaş; geleyim mi?


Sonuç olarak şuan yanımda değil. Beni düşünüyor biliyorum, onu düşünüyorum biliyor. Ama biliyoruz ki biz hiç bir zaman birbirimizin olamayacak kadar farklıyız. Birbirimize aşık olacak kadar da aptal.


1 Kasım 2010 Pazartesi

Benseniseviyorumbundabirkasıtyok

Acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.

bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.

tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.

ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.

o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!

çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!

acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.

al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.

29 Ekim 2010 Cuma

O beni seviyor ama haberi yok!

Huzur uzun zamandır uğramış değil bana, ama yakarmalarımı bırakıp ben huzura gitmeye karar verdim bu sefer. Hayatımda herşey herzamankinden boktan belki. Ama farkettim ki insan bi süre sonra duyarsızlaşıyormuş herseye. Tekrar aklıma geldiğinde bile sinir harbine gireceğim o kadar olay biriktiki bi gün olmadık bi zamanda açığa çıkıcak diye korkuyorum.
Hayatımda hiç yapmam dediğim şeyleri yaşattı bana bu yaz ve sonbahar başlangıcı. Sonbaharı hep severimde yazlara bi türlü ısınamamışımdır zaten. Sonbahar ayrılık, hüzün mevsimi derler ya şimdi de o yüzden ayrıldığımızı düşünerek avutuyorum kendimi. Gerçi artık avunmayada ihtiyacım kalmadı. Beklenen bi sonu, kendi kendime hazırladım ve yavaş yavaş bitirdim. Ona göre suçlu benim ve o yüzden 'görüşmüyoruz' artık. Neden bilmem ama ben ayrılığı bile yakıştıramıyorum bize. Biz en olmaması gereken çiftik her zaman. Arkadaş olmayı denedik başaramadık, hiçbişeyi olalım birbirimizin dedik oda olmadı. En sonunda sevgili olmaya karar verdik. Ve onda da başarılı olamadık. Şimdilerde eski sevgiliyi deniyoruz. Ama hala hayatımda var gibi. Sanki hiç çıkmamış ve hiç de çıkmıcak gibi geliyor.
Bu zamana kadar kimseye göstermediğim toleransı gösterdim ona. Aşıkmıyım değilim, seviyormuyum bilmiyorum ama ona hissettiğim şey o kadar farklı ki adını bile koyamıyorum.
Bu aralar 20lik dişimle savaşıyorum. En son gördüğümde onunda dişi şişmişti, ama 20lik dişleri mi saptayamamıştık. Doktorada gitmez bilirim. Onun için endişelenirken buluyorum kendimi. Sonra her salı diyorum şimdi halısahada, kesin yine cok yiyip gitti midesine kramp giricek, yada bu sefer kesin belini incitti kendisine dikkat etmez bilirim.
Tek bilemediğim niye ona karşı bu derece hassasım?
Ahh bi bunu bilsem..

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bu sefer huzur fena halde kıçıma kaçmış bulunmakta. Cümleten hayırlı olsun.
Ama olur öyle ya.

6 Temmuz 2010 Salı

Huzur yok! Huzur nerde!?

Bir senedir yazdığım yazılara baktım da sanki hiç bir zaman mutlu olmamışım. Sanki bir kuyuda yaşıyorumda güneşi hiç görememişim gibi. Sanırım ben mutlu olduğum anları kaydetmeyi pek sevmiyorum. Yada kendimi gerçekten iyi hissetmediğim anlarda bunu anlatmak istiyorum bir şekilde.
Buda yine öyle zamanlardan bir tanesi. Karmakarışığım bu aralar. Bi çok zaman olduğu gibi. Hayatımda yaşanan en ufak olumsuzlukları bile o kadar takar hale geldimki bunun hastalık boyutuna varmasından çok korkuyorum. Belki de o boyuttayım ama haberim yok.
Herşeyi kendi içimde yaşar oldum. Ne kadar anlatsamda tatmin olmuyorum çogu zaman. Kalbimin sıkışması geçmiyor. Nefesimin daralmasıda.
Ne sorunumdan haberdarım ne çaresinden. Herzamanki gibi saçmasapanım ama bu duyguların bir an önce yok olmasını istiyorum.
Ben sadece huzur istiyorum!


22 Haziran 2010 Salı

Para para para!!

Kürkçü dükkanı misali döndüm yine bloga. Ne kadar kalırım bilinmez. Hani çoğu postta yaz gelsin, ah bi yaz gelse diye inlemelerim vardı ya onlar son buldu sözde. Yaz geldi ama ben yapacak bi bok bulamıyorum şimdi de. O kadar stresli bir dönemden geçtik ki hala kalıntıları üstümüzde. Ha uzun bi süre atabilecekmiyiz o da muamma. Şimdilik sadece ümit etmekteyim. Açıkçası artık ne olup biteceği de pek umrumda değil. Yemin ediyorum 567890 yaş yaşlandım resmen. Saçlarım beyazlamaya falan başlıcak ona korkuyorum.
Çakmaktaşıda özledim sanırım. Henüz özlemedim diyerek kendimi kandırıyorum galiba. Hala sevgili olarak kaldığımızada inanamıyor olmam ayrı bir durum. En uzun ilişkim diye tarihe geçicek. O da pek umrumda değil aslında varmış yokmuş. Zaten varlığını anca sanal yollarla hissedebiliyorum. Olmasa üzülürüm o ayrı. Varlığı bir dert yokluğu yara misali.
Neyse günün anlam ve önemi belirten kelimeyi başlık yapıp uçuyorum.
öpiş.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Geçici bir süre hizmet verememektedir.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Mutluluk Travması


18 gündür resmi olarak sevgiliyiz. Halen birbirimize bakıp 'yok artık biz cidden sevgilimiyiz şimdi?' sorusunu sorarken buluyoruz kendimizi. Yaklaşık 1 senedir zaman zaman flörting durumları yaşardık zaten. Ama bi mesaj yada bi istek sonucunda kavayla biterdi diyaloglarımız. Hatta geçen sene yaklaşık bu zamanlar aramızda bişeyler şekillenmek üzereyken çokanat yüzünden birbirimize girmiştik. Kısa bi süre sonra ikimizde başkasıyla çıkmaya başlayınca aynı ortamda bulunabilitemizi en aza indirip, bulundugumuzda da görmezden gelirdik birbirimizi. Sonra ben ayrıldım, herşey eskiye döndü. Ve ben ' asla çakmaktaşla çıkmam' feryatlarımı bir bir yutmaktayım şu zamanlar.
Aşk uyumumuz bile ' okul koridorunda karşılaştığınızda birbirinize selam verebiliyorsunuz büyük bir aşamadır, yaşayacağınız ilişki kavga temalı bir ilişki olacaktır' vari yorumlarla beni uyarmakta belki.
Hernekadar sürekli didişsekte, ikimizde farklı ayrıntılara takılıyor olsakta, birbirimize güvenmesekte, bazen onu terketmek istesem de, ikimizde sevsek ama bağlı olmasakta, kısa süreceğinden korksam ama aynı zamanda uzun sürme ihtimaline tahammülüm olmasada;
beni mutlu ediyor be hacı.

1 Nisan 2010 Perşembe

pöff

Bugün dehşet sıkıntılardayım. Ruhumu teslim edesim var. Sabah Çakmaktaşın dedesinin öldüğünü öğrendim. Üzüldüm gerçekten hiç tanımadığım halde üzüldüm. Annanemi çok özlediğimi farkettim. Biliyorum hepimiz ölücez ama benden önce sevdiklerimin ölme düşüncesi beni mahvediyor. İçimin sıkılma sebebi bu belki. Belki artık Balkese dönme zamanımın gelmesi. Belki 1 hafta ki sunuma hiç hazırlanamamış olmam. Belki Eliyi özlemem. belki es ese gitme zamanını ayarlayamamış olmam.
Bu hayat ne boktan bişi!

27 Mart 2010 Cumartesi

Yalnızım, yalnızsın, yalnız


Son zamanlarda denesizliğim hat safhaya ulaşmayı başarabildi. Evlenmek üzere olan erkek sedromuna girdim sanırım. Anormal olan pek bişi yok hayatımda. Sadece fazladan 1 kişiyi daha düşünmek mi beni bu kadar yoruyor anlamıyorum. O'nun için bişiler yapıyor olma fikri beni çıldırtan sadece kendim için yaşamaya alışmışım bu şehirde.
Yarım saat itibariyle evde yalnızım. sanki asırlardır yalnız kalmamısım gibi, o kadar özlemişim ki bu duyguyu.. sadece kendi istediğim şarkıları atabiliyorum wınampıma, alttaki hürriyet sayfasını kapatabiliyorum, beşiktaşın sitesine bakmak zorunda kalmıyorum, kacaman koltuga tek başıma yayılabiliyorum ve bunlar bana huzur veriyor.
Daha çok yeniyken sürekli yanımda olmasını istemek yerine bu duygulara kapılmak normal mi acaba?

22 Mart 2010 Pazartesi

1903

Sanırım geri döndüm.
Neden gittiğimi bile hatırlamıyorum desem yalan olmaz. Feysimide kapatmiştim. Eli olmasa tel de kullanmazdım ama kendimi o kadar soyutlayamadım hayattan.
herneyse ben döndüm.
Hayatımda eylemsel olarak değişen şeyler oldu. 1,5 senedir arkadaşım olan bi çocuk vardı. ama galiba artık arkadasım değil. sevgili sıfatını henüz verebilmiş değilim ama öyle olmamız muhtemel. Serbest bir ilişki yaşıyoruz diyebiliriz aslında. Ona karışmıyorum, zırt pırt 'napıyosun? nerdesin?' vari mesajlar atmıyorum, sevgi pıtırcığı hitapları kullanmıyorum, kıskansam bile belli etmiyorum, kendi kendimi yemiyorum diğerlerinde yaptığım gibi, 'seni seviyorum' dediğinde 'bende' diyorum 'bende ne?' dediğinde 'bende beni seviyorum' diyorum, bağlanmıyorum, güvenmiyorum, güven vermiyorum. Ama yanımdayken yanımdan gitsin istemiyorum, onun yerinde kurstaki çocuk olsun istemiyorum ama sadece yanımdayken. Düşünmüyorum, ilk defa akışına bırakıyorum. cümleten hayırlı olsun.

5 Mart 2010 Cuma

AS yok!

Şu an hayatla ters temas halindeyim, düz temasa geçtikten sonra belki dönerim.

4 Mart 2010 Perşembe

SENDEN ÖNCE SENDEN SONRA

Bu çığlık çığlığa dalgalar
Ve hüzünlü güzel martılar
rüzgara çarpıp çarpıp gelip doluyorlar kalbime Yalnızım uçurum kıyısında
Hayat ve ölüm arasında
Tüm hayatım akıp geçiyor
Ayaklarımın altında

Daha kaç vücut gerek bana?
Benim seni unutmama..

28 Şubat 2010 Pazar

Eksik bir şey mi var hayatımda? Gökyüzü bazen ciğerime doluyor

Eski olan her şeyi o kadar çok özlemişim ki bunu bana bir mesaj anımsatınca ne zamandır düşünmediğimi farkettim. Yaşamdan kopuk yaşamak..
O sokağı çok özledim mesela. Saat 18:00da her gün meydandan dönüp bağlar sokağında beklemeyi. 19:00da evde olmayı.
Bişi unuttuum bahanesiyle soluk soluğa Elilere gitmeyi ve hevesle bişiler anlatmayı. Ama hiç bi zaman hiç bişi unutmuş olmamayı,
Eski telefonumu özledim. Ekranını garip araba resimleriyle süslediğim, rehberindeki isimleri anımsayamadığım, 3 mesaj klasörü olan telefonumu,
En son klasördeki mesajları tek tek okuyup gözümü kapatarak sildiğim anı,
Üzeri bir haftalık kıyafetlerimle dolu olan yatagımda uyumayı,
Mor converselerimi özledim, parçalanmış ve giyilmeyecek halde olmasına rağmen sakladığım fakat bidaha bulamadığım converselerimi,
Elinin converselerinin katledildiği gün agladığımızı, ufacık şeylere üzüldüğümü, üzüldüğümüzü,
Yazı yazmayı, oturup saatlerce mektup vari şeyler yazmayı, tanımadığım bedenlere aşkımı anlatmayı,
Evden her çıktığım an 'o'nların balkonuna bakmayı 1 kez bile unutmuş olmamayı, safça bağlanmayı,
Test çözmeyi, oturup saatlerce test çözmeyi,
Meydanlıkdaki duvarın üstüne oturup çocuk kesmeyi,
Derdimiz yokcasına bağırıp şarkı söylemeyi,
Çorba içmeyi bile özledim, o masada, o çorbayı,
ÇAH'a yazmayı,
Hayaller kurmayı, olmayacagını bile bile tekrar kurmayı,
Unutmayı,
Unuttuğumu unutmayı,
Cumartesileri,
Eski kıyafetlerimi, taktığımız takımsı şeyleri,
Gimanın önünü
Bisikletle parkura gitmeyi,
Mutluyken mutsuzmuş gibi davranmayı,
Çoook gülmeyi,
Çok düşünmeyi,
Çok eğlenmeyi,
Biliyor musunuz?
Ben aslında en çok 'eski bizi' özledim. Hemde herşeyden çoook.


D.N: Kirlendik be olum.

24 Şubat 2010 Çarşamba

On gün oldu ben öleli, bir öyküydüm anlatıldım

Ben her zaman kararlar alırım. Ama tam anlamıyla uygulayamam bunları. sanırım kendime karşı bi saygı beslemiyorum. Kime karşı besleyebiliyorsam. Garip bi yogunluk içinde buldum yine bu sıralar kendimi. kurs, okul, saçma sapan zımpırtılar derken aynaya bakmayalı baya bi zaman olmus yeni yeni farkediyorum. İnsanlara inanmak ve güvenmek mantıksızdır. bu hayatta insan kendine bile güvenip inanamazken hemde. Yaklasık iki senedir arada sırada karşılaşıp kesiştiğim bi çocuk vardı. aramızda tuaf bi enerji olduğunu düşünüp kurardım hep. Geçen okulun kantininde gördüm. Sonra tekrar onu görürüm umuduyla kantine giderken yunusla sevgilisini gördüm. tüm iştahım kaçtı. ne güzel bişidir 3 senedir bi bedeni unutamamak. Hayat böyle bişi işte, tam anlamıyla bok gibi. ama ben artık yaşamıyorum. ben yokum gölgem var.Hayata karşı nasıl duyarsız olunurmuş öğrendim. Artık mutlu olmak bile istemiyorum. 'Soluk soluğa' ne güzel bi şarkıdır. sevgilim olduğunda onu bu şarkıyla terkedicem. bi şarkıyla terketmek nasıl oluyorsa artık. Yarın parasız bi gün geçiricem. bütün gün uyuyup cuma gününe mi uyansam acaba? Terminale gidip önüme cıkan ilk otöbüse binip siktir olup gitmek istiyorum. Hayattan bi beklenti içine girmeden yaşamak nasıl bişidir? İnsanlar çekilmezdir.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bazen bir içki şişesi, yaşam destek ünitesi

Hiç canımın yanmadığı kadar acıttı bu kış canımı. Yağmur damlalarının en sertini hissettim tenimde.. bakışların en sertini gözlerimde.. sözlerin en sertini kulağımda.. Çok fazla üşüdüm ben bu kış. Hiç bi alev vücudumu yakmadı. Hiç bi vücut beni ısıtamadı. Hani canınız çok yanar ya fazlalığından haz duymaya başlarsınız çünkü ardından derin bi nefes vadedilir size. işte o nefes hiç vadedilmedi bu kış bana. hep nefessiz kaldım, hep nefesimi bağışladım. her adımımda tekrar yolun başında buldum kendimi, çok çabaladım çabaladıkça daha bi derine battım. ardıma dönüp bakmadım ama baktığımda da koca bi boşluktan baska bişi göremedim. Önüme baktım, bir uçurumdan yuvarlandım yapamadım. Anı yaşa denir ya hep. En degerli şey bulundugun andır aslında. Ben anı bile yaşayamadım. Aklımı boşlukta, kalbimi uçurumda bıraktım ama hiç varolamadım. Bu kış ben hiç şehre ait olmadım. Her bir parçamı ayrı yere bıraktım, varlığımı parçaladım, yokluğumla bir 'ben' olmaya çalıştım. Ama o 'ben' hiç 'ben' olamadım. Çok güldüm, çok ağladım, çok mutlu oldum, çok kırıldım, çok yıprandım, ama gerçek olamadım. Bu kış ben bi varlığı hiç unutamadım. Sevemedim, nefret edemedim, tüm duygularımı marketteki bağış kutusuna bıraktım. Ve tüm hevesle ilk defa yazı özledim.Ve yazı beklemeye karar verdim.

12 Şubat 2010 Cuma

Az şekerliyim bugün damla damlayım

Her insanın bir kullanma kılavuzu olmalı bence. Tanıştığında hemen eline tutusturabilecegi hatta mümkünse fazla konusmasına gerek kalmadan kimlik bilgilerininde üzerinde yazılı olduğu bir kullanma kılavuzu.
Çoğu zaman insanları iyi tanıdığımı savunmakta olsam da iletişim kurma konusunda hem yeteneksiz hemde isteksizim. her ne kadar okuduğum bölüm itibariyle ters orantılı bir durum olsa da bu. İnsanlarla konusmayı pek sevdiğim söylenemez. daha dorusu insanların boş ve uzun süreli konuşmalarına tahammülüm yok. İyi bi dinleyiciyim tamam ama hafızamın sınırlarını zorlamakta pek istemem. Göçebe yaşamın tüm dezavantajlarını kullandığım bir dönemdeyim yine. Param parça oldum ve parçalarımı da bulamamaktayım. Tatil biteli 5 gün oldu. Fakat denizliye dönüp dönmediğim konusunda çok kararsızım. 4-5 evim varmış da hiç biri bana ait değilmiş gibi. Burda oldugumda orayı cok özlüyorum ama oraya gidince de burdaki alışkanlıklarımdan vazgeçemiyorum. Bok gibi bi durumdayım yani. Şapkalarımdan birini Elilerde unutmuşum. toka kutum evde kalmış. başka zımpırtılarım babannemde, aklım başka yerde, ruhum başka yerde.
özetle bu kentin ritmine ayak uyduramamaktayım yine. Konudan konuya geçiyor olmam aslında beynimin ne kadar dagınık oldugunuda kanıtlıyor sanırım. Ben sevgili insancıklarıma geri döneyim. 2 gündür uzun ugraslarım sonucunda ekle-silimi halledebildim. o değilde asistanların özel yaşamı diye bişi kalmadı benim açımdan 23456789 saat odalarında durunca onlardan biri gibi tüm muhabbetlerde katılımcı olmam da kaçınılmaz oldu. İşin kötüsü(!) asistanların üçüde genç ve yakışıklı insanlar. Allah kötü düşüncelerden arındırsın.
Ama ben bunlara ragmen dert anlatma konusunda bir türlü başarılı olamadım. her seferinde ' As yaa senin sorun neydi?' ' şimdi hocam....' diye baslayan cümleleri tatmin edici bir cevapla sonlandırmak çok güç. Hayır anlamadığım nokta bende mi bi sorun var yoksa beni anlasın diye kıçımı yırttıgım karşımdaki insanda mı? Ve işte bunun cevabını da kullanma kılavuzu olmadan verebileceğimi sanmıyorum.
Ben şimdi kendime bir kılavuz hazırlamaya gidiyorum. Öpt kib by aeo lsj cşx.

1 Şubat 2010 Pazartesi

!?


Şuan çok sinirliyim. hatta sinirden ellerim titriyor, kalbim sıkısıyor, karnım agrıyor. ama garip olan bünyemin gösterdiği bu tepkiler değil. sinir olma sebebımın olmaması. Tamam evden 1de cıkmak yerine 2 de cıkıcam ama bunda bu derece sinir oluncak bişin olmaması gerekmez mi.
Ama ben yinede sinirliyim gözlerimden ateş beynimden buharlar cıkıcak kadar. normal hayata dönmeyeli ne kadar oldu acaba?
Sakinleşinceye kadar yokum, üstüne bastıgım kadar yoksun.

ya ben derdimi tam anlatamadım bizim bir arkadaş var o daha iyi anlatıyor

O akşam da evde oturmuş her günkü gibi günün genel bir muhasebesini yapmaya başlamıştım ki önümdeki dosya kağıdına attığım tarihi görünce bu eylemimden vazgeçtim. Bugün günün muhasebesini yapmayacaktım. Hayır dostlarım, hayır sandığınız gibi değil. Bu vazgeçişimin sebebi "bundan sonra hiç günlük muhasebe yapmadan, tıpkı bir umarsız gibi, yaşadığım şeylerden eğrisiyle doğrusuyla hiç pişmanlık duymadan yaşayacağım lan" diye ani bir karar vermem değildi. Evet yapacaktım, bu benim yapımda vardı. Irsi bir şeydi bu ve her ne kadar "carpe diem" fikri bana cazip görünse de elden bir şey gelmiyordu. Yapmalıydım, yapmıştım, yapacaktım. Ama bugün günlük muhasebe yapmayacaktım, çünkü tarih benim doğum günümü gösteriyordu. Hiç polemiğe girmeden kimine göre 24 yıllık, kimine göre 25 yıllık ömrümün muhasebesini yapacaktım. Gerçi 1 yılın benim hayatımda esamesi bile okunmazdı. Bir yıllık zaman dilimi belki birçok insan için hayatının dönüm noktalarından birini kapsardı ama benim hayatımınkinde ne yazık ki kapsamıyordu. Çünkü hayatımda hiçbir zaman dönüm noktaları, çok önemli olaylar olmamıştı. Ortalama, sıradan belki de olması gerektiği gibi benim kendi hayatımın öznesi değil, nesnesi olduğum bir hayatım olmuştu. Hiçbir zaman hayatımdan çok da memnun olmasam da, Hergün "Eveet ne aldık, ne verdik bugün?" diye sayfalar dolusu hesaplar yapsam da ne memnuniyetsizliğimi gidermek için, ne de muhasebeler sonucu çıkardığım düz bir çizgi gibi olan istikrar çizelgesini yükselişe geçirmek için en ufak bir adım bile atmıyordum. Yaptığım günlük muhasebeler sadece kağıt masrafından ibaretti. Düz bir çizgi şeklindeki muhasebe çizelgesine bir kez daha şöyle bir baktım ve bilimsel bir şekilde yorumladım. Evet benim hayatıma bir durultu çökmüştü. Bu çizelge bende bir "adam sen de"cilik, bir "dur hele bir dur"culuk olduğunu ve bunun benim bütün ömrümü kapsadığını gösteriyordu. Hemen şüphe ve korku ile yerimden kalktım ve içeride, salonda pirinç ayıklayıp, televizyon izleyen annemin yanına gittim."Bütün gerçeği bilmek istiyorum! Her şeyi şimdi bütün çıplaklığıyla bana anlatacaksın!" diye öfkeyle haykırdım. Zavallı kadın başını öne eğip "Dur ses etmezsem, bulaşmazsam bağırır bağırır gider bu deli oğlan, gider bu çılgın oğlan... Evet gider... Gitmeli" gibi yanlış bir mantalite edinerek kendine hızlı hızlı ayıklamaya başladı pilavlık baldo pirinci. Ama hayır ısrarlıydım, bir takım haklı şüphelerim vardı ve direttim. Israrlarıma sonunda dayanamadı ve "Ne istiyorsun yavreemm? Bugün pazar yaptım, bütün param bitti valla yok. Daha ne istiyorsun?" diyerek astı suratını, ağlamaklı oldu. "Paran pulun senin olsun kadın. Bana sadece gerçeği söyle!" dedim ve "Yaaa anne yaaa biz nerden geldik?" diye sordum. "Nasıl nerden geldik oğlum, Sivas'tan geldik işte" diye boynunu bükerek cevap verdi. "Yaa onu sormuyorum" diye itiraz ettim ve "Gün oluyor çoğu kişiyle konuşuyorum, muhabbeti kıt bir insan olduğum için apansız soruyorum -siz nerelisiniz-diye... Evet genellikle Bursa, Kars, İzmir, Kayseri diye cevaplıyorlar. Ama ardından da yok benim dedem aslında Selanik'ten gelmiş de, yok benim dedem Horasan'dan gelmiş de, yok Girit de, yok Kırım da diye ekliyorlar. Hayır, bir biz mi tarihimizle övünmüyoruz bir biz mi utanıyoruz nereden geldiğimizden anlamıyorum. Niye bizim ailede dedemlerin geldiği yer saklanıyor, hiç muhabbeti edilmiyor. Söyle gerçeği bana biz Sivas'a nerden gelmişiz?" diye de ekledim. Annem biraz düşündü ve "Benim dedemgil de Sivas'talarmış hep" dedi. "Biraz hafızasını yoklamasını iyi düşünmesini, mümkünse teyzemleri arayıp sormasını salık verdim. Düşündü, yokladı, aradı. Yok, onlarda da herhangi bir göç konusunda bir bilgi mevcut değilmiş annem teyzemleri aradıktan sonra yok anlamında başını salladı, ben de "Hmmm şimdi herşeyi anlıyorum" anlamında başımı salladım. Biz öyle karşılıklı kafamızı ters istikametlerde sallarken, birden annem "Evet anlamında" benimle aynı istikamette başını sallamaya devam etti. "Nooldu anne bişey bir bilgi mi hatırladın" diye sordum. "Yok, da sen öyle sinirli gözlerle kafanı sallıyınca, senin suyuna gideyim, sana yaranayım da bana bulaşma diye öyle sallamaya başladım " dedi. Yok, yere zavallı kadını da korkutmuştum. Yanağından öptüm ve pirincin taşını beraber ayıklayarak babamın gelmesini bekledik. Ona da sordum o da bilmediğini, duymadığını söyledi. "Nasıl olur yaa? İki sülale de yüzyıllardır Sivas'ta mı oturmuş? Yav kardeşim bir insan hiç mi gezip dolaşmak, dış dünyayı görmek istemez! Ne yani herhangi bir zorunlu göç de yok diye hep orda mı takılmışlar. Pes yani bu kadar mı geniş olur bir insan yaa!" diye isyan ettim. Gülüp geçiştirdiler konuyu. Çaresiz odama gittim. Daha önce de dedim ya nasıl ki hiçbir getirisi olmadığı halde günlük muhasebe yapmam, yapılan her işi evraka dökmem, bu bi boka yaramayan evrakları tıpkı evdeki 20 yıllık su faturalarını saklar gibi saklamam ırsi ise benim bu duruntum, bu "yav iki dakka bi otur"cu tavrım da ırsiydi. Yüzyıllardır herhangi bir merakı ve maceracı ruhu olmayan atalarımın bana mirasıydı. Aslında çevre zorlamasa "Bu tavır bir insan için süper, ideal bir tavırdır. O istikrar, hareket çizelgesi yukarı çıksa ne yazar, aşağı düşse ne yazar" derim ama neyleyim ki çevre faktörü var. Yaşadığımız yıllarda, İstanbul gibi kozmopolit bir yerde insanlar istiyorlar ki hep bir hareket olsun, bir kıpır kıpırlık bünyeye hakim olsun istiyor. Misal gençsin, sonuçta sen de bir rahip değilsin bir takım ilişkilere girmek istiyorsun ama karşı taraf yadsıyor senin bu durgunluğunu. Böyle yaşayan biri olarak ikna kabiliyeti haliyle düşük biri, durumun güzelliğini süslü cümlelerle anlatamayacak biri olduğun için de iki güne kalmadan kaçırıveriyorsun elinden şahane bebeği. Doğal olarak tercih ediyor o kişi daha aksiyonlu şahısları, daha "Eee napıyoruz şimdi?"ci şahısları. Varsın tercih etsin diyorsun ama moralin de bozuluyor. Zaten moralinin bozulmasından başka bir şey de elden gelmiyor. Böyle bir sülalenin tercih edeceği en güzel meslek olan memurluk mesleğine sahip bir babanın size empoze ettiği kültürle büyüdüğünüz için bi de bu duruntuya korkaklık ve ortayolculuk da ekleniyor iyice lanetleniyorsunuz. Artık iflah olmaz bir "Aman aga hiç işim olmaz" adamı oluyorsunuz. Ne Müslüm Gürses gibi oluyorsunuz, ne de Mor ve Ötesi gibi kaygılar taşıyorsunuz. Sizin kaygınız elinde gitarıyla arabesk tonlamalar yapan fantezi müziğin genç prensi Baha'nın kaygılarına, durumunuz onun durumuna benziyor. En fazla Baha olabiliyorsunuz. Sonuçta da doğum günü gecenizi süper çıkarımlar yaptığınızı sanarak, ama onu da beceremeyerek salak bir şekilde geçiriyorsunuz. Ama size bişey söyleyeyim mi öyle de 25 (yada 24) seneyi rahatça deviriyorsunuz, böylede... Ben bunu yaşadım, ben bunu gördüm, ben ordaydım.O akşam da evde oturmuş her günkü gibi günün genel bir muhasebesini yapmaya başlamıştım ki önümdeki dosya kağıdına attığım tarihi görünce bu eylemimden vazgeçtim. Bugün günün muhasebesini yapmayacaktım. Hayır dostlarım, hayır sandığınız gibi değil. Bu vazgeçişimin sebebi "bundan sonra hiç günlük muhasebe yapmadan, tıpkı bir umarsız gibi, yaşadığım şeylerden eğrisiyle doğrusuyla hiç pişmanlık duymadan yaşayacağım lan" diye ani bir karar vermem değildi. Evet yapacaktım, bu benim yapımda vardı. Irsi bir şeydi bu ve her ne kadar "carpe diem" fikri bana cazip görünse de elden bir şey gelmiyordu. Yapmalıydım, yapmıştım, yapacaktım. Ama bugün günlük muhasebe yapmayacaktım, çünkü tarih benim doğum günümü gösteriyordu. Hiç polemiğe girmeden kimine göre 24 yıllık, kimine göre 25 yıllık ömrümün muhasebesini yapacaktım. Gerçi 1 yılın benim hayatımda esamesi bile okunmazdı. Bir yıllık zaman dilimi belki birçok insan için hayatının dönüm noktalarından birini kapsardı ama benim hayatımınkinde ne yazık ki kapsamıyordu. Çünkü hayatımda hiçbir zaman dönüm noktaları, çok önemli olaylar olmamıştı. Ortalama, sıradan belki de olması gerektiği gibi benim kendi hayatımın öznesi değil, nesnesi olduğum bir hayatım olmuştu. Hiçbir zaman hayatımdan çok da memnun olmasam da, Hergün "Eveet ne aldık, ne verdik bugün?" diye sayfalar dolusu hesaplar yapsam da ne memnuniyetsizliğimi gidermek için, ne de muhasebeler sonucu çıkardığım düz bir çizgi gibi olan istikrar çizelgesini yükselişe geçirmek için en ufak bir adım bile atmıyordum. Yaptığım günlük muhasebeler sadece kağıt masrafından ibaretti. Düz bir çizgi şeklindeki muhasebe çizelgesine bir kez daha şöyle bir baktım ve bilimsel bir şekilde yorumladım. Evet benim hayatıma bir durultu çökmüştü. Bu çizelge bende bir "adam sen de"cilik, bir "dur hele bir dur"culuk olduğunu ve bunun benim bütün ömrümü kapsadığını gösteriyordu. Hemen şüphe ve korku ile yerimden kalktım ve içeride, salonda pirinç ayıklayıp, televizyon izleyen annemin yanına gittim."Bütün gerçeği bilmek istiyorum! Her şeyi şimdi bütün çıplaklığıyla bana anlatacaksın!" diye öfkeyle haykırdım. Zavallı kadın başını öne eğip "Dur ses etmezsem, bulaşmazsam bağırır bağırır gider bu deli oğlan, gider bu çılgın oğlan... Evet gider... Gitmeli" gibi yanlış bir mantalite edinerek kendine hızlı hızlı ayıklamaya başladı pilavlık baldo pirinci. Ama hayır ısrarlıydım, bir takım haklı şüphelerim vardı ve direttim. Israrlarıma sonunda dayanamadı ve "Ne istiyorsun yavreemm? Bugün pazar yaptım, bütün param bitti valla yok. Daha ne istiyorsun?" diyerek astı suratını, ağlamaklı oldu. "Paran pulun senin olsun kadın. Bana sadece gerçeği söyle!" dedim ve "Yaaa anne yaaa biz nerden geldik?" diye sordum. "Nasıl nerden geldik oğlum, Sivas'tan geldik işte" diye boynunu bükerek cevap verdi. "Yaa onu sormuyorum" diye itiraz ettim ve "Gün oluyor çoğu kişiyle konuşuyorum, muhabbeti kıt bir insan olduğum için apansız soruyorum -siz nerelisiniz-diye... Evet genellikle Bursa, Kars, İzmir, Kayseri diye cevaplıyorlar. Ama ardından da yok benim dedem aslında Selanik'ten gelmiş de, yok benim dedem Horasan'dan gelmiş de, yok Girit de, yok Kırım da diye ekliyorlar. Hayır, bir biz mi tarihimizle övünmüyoruz bir biz mi utanıyoruz nereden geldiğimizden anlamıyorum. Niye bizim ailede dedemlerin geldiği yer saklanıyor, hiç muhabbeti edilmiyor. Söyle gerçeği bana biz Sivas'a nerden gelmişiz?" diye de ekledim. Annem biraz düşündü ve "Benim dedemgil de Sivas'talarmış hep" dedi. "Biraz hafızasını yoklamasını iyi düşünmesini, mümkünse teyzemleri arayıp sormasını salık verdim. Düşündü, yokladı, aradı. Yok, onlarda da herhangi bir göç konusunda bir bilgi mevcut değilmiş annem teyzemleri aradıktan sonra yok anlamında başını salladı, ben de "Hmmm şimdi herşeyi anlıyorum" anlamında başımı salladım. Biz öyle karşılıklı kafamızı ters istikametlerde sallarken, birden annem "Evet anlamında" benimle aynı istikamette başını sallamaya devam etti. "Nooldu anne bişey bir bilgi mi hatırladın" diye sordum. "Yok, da sen öyle sinirli gözlerle kafanı sallıyınca, senin suyuna gideyim, sana yaranayım da bana bulaşma diye öyle sallamaya başladım " dedi. Yok, yere zavallı kadını da korkutmuştum. Yanağından öptüm ve pirincin taşını beraber ayıklayarak babamın gelmesini bekledik. Ona da sordum o da bilmediğini, duymadığını söyledi. "Nasıl olur yaa? İki sülale de yüzyıllardır Sivas'ta mı oturmuş? Yav kardeşim bir insan hiç mi gezip dolaşmak, dış dünyayı görmek istemez! Ne yani herhangi bir zorunlu göç de yok diye hep orda mı takılmışlar. Pes yani bu kadar mı geniş olur bir insan yaa!" diye isyan ettim. Gülüp geçiştirdiler konuyu. Çaresiz odama gittim. Daha önce de dedim ya nasıl ki hiçbir getirisi olmadığı halde günlük muhasebe yapmam, yapılan her işi evraka dökmem, bu bi boka yaramayan evrakları tıpkı evdeki 20 yıllık su faturalarını saklar gibi saklamam ırsi ise benim bu duruntum, bu "yav iki dakka bi otur"cu tavrım da ırsiydi. Yüzyıllardır herhangi bir merakı ve maceracı ruhu olmayan atalarımın bana mirasıydı. Aslında çevre zorlamasa "Bu tavır bir insan için süper, ideal bir tavırdır. O istikrar, hareket çizelgesi yukarı çıksa ne yazar, aşağı düşse ne yazar" derim ama neyleyim ki çevre faktörü var. Yaşadığımız yıllarda, İstanbul gibi kozmopolit bir yerde insanlar istiyorlar ki hep bir hareket olsun, bir kıpır kıpırlık bünyeye hakim olsun istiyor. Misal gençsin, sonuçta sen de bir rahip değilsin bir takım ilişkilere girmek istiyorsun ama karşı taraf yadsıyor senin bu durgunluğunu. Böyle yaşayan biri olarak ikna kabiliyeti haliyle düşük biri, durumun güzelliğini süslü cümlelerle anlatamayacak biri olduğun için de iki güne kalmadan kaçırıveriyorsun elinden şahane bebeği. Doğal olarak tercih ediyor o kişi daha aksiyonlu şahısları, daha "Eee napıyoruz şimdi?"ci şahısları. Varsın tercih etsin diyorsun ama moralin de bozuluyor. Zaten moralinin bozulmasından başka bir şey de elden gelmiyor. Böyle bir sülalenin tercih edeceği en güzel meslek olan memurluk mesleğine sahip bir babanın size empoze ettiği kültürle büyüdüğünüz için bi de bu duruntuya korkaklık ve ortayolculuk da ekleniyor iyice lanetleniyorsunuz. Artık iflah olmaz bir "Aman aga hiç işim olmaz" adamı oluyorsunuz. Ne Müslüm Gürses gibi oluyorsunuz, ne de Mor ve Ötesi gibi kaygılar taşıyorsunuz. Sizin kaygınız elinde gitarıyla arabesk tonlamalar yapan fantezi müziğin genç prensi Baha'nın kaygılarına, durumunuz onun durumuna benziyor. En fazla Baha olabiliyorsunuz. Sonuçta da doğum günü gecenizi süper çıkarımlar yaptığınızı sanarak, ama onu da beceremeyerek salak bir şekilde geçiriyorsunuz. Ama size bişey söyleyeyim mi öyle de 25 (yada 24) seneyi rahatça deviriyorsunuz, böylede... Ben bunu yaşadım, ben bunu gördüm, ben ordaydım.

22 Ocak 2010 Cuma

Beni üzdüğü zamanlarda bile yoklugunu hissetmek beni korkuturdu


3456789 km ötemde de olsa neler hissettiğini hissedebiliyorsam
canı yandıgında benımde canım yanıyorsa
aklımdan gecen onunda aynı zaman dilimi içinde aklından gecıyorsa cogu zaman
suan içimden hani sarkıyı söyluyorum dediğinde hiç düşünmeden cevap verip bu cevap doru cıkıyorsa
cogu zaman konusmamıza gerek kalmadan gözlerimizle anlasabılıyorsak
gece ve gündüz kadar zıt bi o kadarda birbirimizi tamamlıyorsak
ne kadar kızsakda birbirimize gördugumuz zaman dayanamıyorsak
çok sık kava ediyor ama barısma süresi iki dakikayı gecmıyorsa
Yemek yerken acaba o da açmı diye dusunuyorsam ve onunda benı düşündügünü biliyorsam
elimizde tek bir sapka varken ve deli gibi yagmur yagarken birbirimize kıyamayap birlikte ıslanıyorsak
'beni anlamıyorsun' dedığınde bile birbirimizi en iyi anlayanın yine birbirimiz oldugunu biliyorsak
Hayali bir arkadası paylasabılıyorsak
araya giren onca insana ragmen sonunda birbirimize kalıyorsak
birbirimizin canını en iyi nasıl yakıcamızı biliyorsak
birbirimizin canını yaktıktan sonra aslında kendi canımızında cok yanıcagını biliyorsak
'öl' desem 'niye?' diye sormayacagını biliyorsam
ve bunu oda biliyorsa
beyin ve kalp gibiysek
bazen birbirimizin yerine baska birinin geçtiğini düşünüp cekilmez oluyorsak
ama aynı zamanda o yere kimsenin gecemeyeceını de biliyorsak
aynı seyi aynı anda giydiğimizde rahatsız olmuyorsak
hatta bundan buyuk keyıfn alıyorsak
birbirimize karsı anlayıssız, ilgisiz ve birbirimizi kaale almıyorsak
buna ragmen anne ve babamızdan sonra en cok birbirimizi düşünüyorsak
birbirimizi üzenleri bi kaşık suda bogabılıyorsak
her anı eksiksiz hatırlayabılıyorsak
ayrı yerlerde sarhos olunca ilk birbirimizi arıyorsak
paramızı ve esyalarımızı tek paylasabilicegimiz kişiler yine birbirimizsek
kıyafet ve ayakkabı dolaplarımız ortaksa
ikimizde iki isimliysek ve aynı burctansak
birbirimizin aynı anda ablası ve aynı anda kızkardeşiysek
birbirimizin yanında burnumuzu karıstırabılıyorsak
daha kötü igrenclıkleri bile yapabılıyorsak hatta
kimsenin bilmediği yanlarımızıda biliyorsak
hiç kimsenin tanımadıgı Cereni bi tek biz tanıyorsak
o benim diğer yarımsa
ben onun diğer yarısıysam
Biz ikizizdir.

21 Ocak 2010 Perşembe

Bir hayal kurdum


Günleri geçsin diye bekleyerek carelerim kör düğüm olmus
Bak buda bitti attım ardıma çıkacagım en son yokusuda dostum
Umrumda degıl artık hiç bir sey
Aglayan eller göz yası dolsa da hep akıtılsa da durmaksızın
Elden ne gelir söyle bana?
Yalanlar ardına gizlenen hersey bir cırpıda cıksın bu dilimden
Gerçegi görmek, gercegi tanımak acı verir ancak dogrusu buymus
Tanımadıgım insalara baktım yanılır insan ben bunu anladım
Ön yargılı davranmak haddime düşmez susmalıyım.
Sırtımı vurduum sandalyeler artık beni istemıyor sanırım
Yine bir sabahıma merhaba derken bakmıssın yapayalnız ben
Alıskınım hiç farketmez
Dagların ardına gitsem bile dilimde dolanan bir kac isim var, dostlarım
Onlar için yasarım
Dikerim boynumu yenik de olsam
Benimle yürüyenleri hissederek
Unutma bir gün gelecek umutların hatrına dogacak bu güneş
Elleri actım yalvarır oldum,
Yumrugu sıktım göz yası doldum,
Gözleri yumdum bi hayal kurdum,
Bitti umudum bak yine durdum.
Dünden bugune bir ışık yakmak yarını aydınlatmak zor.
Bosluklarda dönüp dolasmak karasızca adım atmak..
Asacagımız kac engel var?
Yada yıkacagımız hangi duvar?
Kac kere denesek bak yıne aynı.
Çok mu buyuk bize bu küçük kulvar?
Bir tarafımda tek bı yokus var diğerindeyse bos umutlar.
Bense düm düz gider olmusum ne mi yapmalıyım bilmiyorum.
Hayata bir yön verdiğim anda zorunlu bir seyler kaybolacak.
Ruhumda yeniden bir eksiklik yada bir tas oynayacak.
Telafisiz adım atmak cok zor sonlandırmak bişeyleri.
Hep güçtür anlamadım gitti.
Çok mu sey istedik acaba bizler?
Kagıt kalemle bir gemi yaptık,
İçinede bindik nerelere vardık.
Aradıgımız tek bir sey var; mutlulukla dolu bir sandık.
Bulduk sandık her seferınde,
Devam dedik kaldıımız yerden
Yolumuz dogrumu acaba bilmem
Farklımı bir seyler dünden?

20 Ocak 2010 Çarşamba

Bilmem ilgilenmem de

Al işte bitiyor. Şimdi git, yeni biriyle tanışmaya çalış, olmasın, çok çalış ve bi şekilde tanış, ona daha önce anlattığın komik anıları bir daha anlat, çok sevdiğin filmleri bir daha anlat. Kendini çok düzgün onun hayatına saygılı biri olarak göster, samimiyet duvarı yıkılana kadar sofra adabına uygun olarak yemeye dikkat et."Dur fazla arayıp sormayayım da eskisinde olduğu gibi yüz göz olmayayım" diye düşün, sonra çok ara, hep ara, cebi kapalıysa kıllanıp evden ara. İlişkinin başında kıllandığın adam isimlerini, ilk kavgada yüzüne çarp, onu bütün arkadaşlarından soğutmaya çalış, kendi arkadaşlarının ne kadar süper insanlar olduğunu anlat. Dayanamasın, ayrılmak istesin, debelen dur, yeniden süper bir ilişkiniz olacağını anlatarak bir sürü söz ver. İnsan olduğun için tutama, yeniden kavga çıksın. Ayrılmaya karar versin. Kim uğraşacak yok artık valla ben gelemem bu kadar külfete. Ne güzel rahattık, niye bitiyor ki... Ama yapacak bir şey yok işte bitiyor. Kendimi düşünüyorum tabii ki... Kimi düşünücem, yalnızım artık.

Şimdi böyle söyleyince de sanki bütün ilişki boyunca onu düşünmüşüm de artık kendimi düşünmeye başlamışım gibi oldu. Ayağım var benim. Yürüyorum onunla, kalem yere düşüyor eğilmeden onla alıyorum. İş görüyor yani, hayatı bir ordan. Şimdi durum böyleyken neden sevgilimin ayağını ya da başka bir organını kendi ayağımdan çok düşüneyim. Neden istiyorlar bunu anlayamıyorum. Neyse bunları tartışacak değilim. İşte bitiyor, ayağımla baş başa uzun zamanlar geçirebilirim artık. Aslında mutlu olmam lazım.

"Nereye oturalım" diye soruyorum."Farketmez" diyor sonra bir kafe gösteriyor. Hesabı görünce "Babayarrroooo" diye bağırmanın elde olmadığı lüks bir kafe.Son buluşmada böyle harcamalara ne gerek var anlamıyorum, herşeyden önce yediğimizden içtiğimizden bir şey anlamayacağız ki... Yine de giriyoruz. O bir kahve söylüyor yanında browni, küçük çay yokmuş ben de bir kahve istiyorum. Daha önce yüzlerce kez konuşulan şeyleri bir daha konuşmaya başlıyoruz. Artık ben de inanmıyorum söylediğim yalanlara. Eskiden kendi yalanıma inanıp, gözlerim yaşarıyordu. "Bu topraklar böyle bir sevda görmedi be" diye düşünürdüm. Anlatıyor. Pek dinlemiyorum. Gözüm tişörtüne takılıyor. Ne lan bu? Üstümü örtmesi için pamuk ve polyesterle dokunmuş bir kumaş. Tasarlamış biri onu. Kafamı çıkarayım diye delik yapmış üst tarafına, kollarımı çıkarmam için de iki küçük delik de yana açmış. Şimdi ben kafamı bir eşyanın deliğinden çıkarıp nasıl çok ciddi şeyler anlatayım birisine. Tosbağa mıyım lan ben. Bu ne rezilliktir yarabbi. O bi delikten kafasını çıkarmış beni yargılıyor, ben öbür delikten kafamı çıkarıp onaylıyorum,"Aslında sen de haklısın" diyorum. Hala inanmıyorum böyle yaptığımıza.

Sokaktan bir motor geçiyor gürültüden, söylediği çok önemli cümlenin sonunu duyamıyorum. Bakakalıyorum giden motorun arkasından."Taşıt ne yaa?" diye düşünüyorum. Bütün canlılar gibi insanda kendi özgücüyle bir yerden bir yere ayaklarıyla giderken nasıl oldu da taşıta geçmeye karar verdi anlamıyorum. Yani o geçiş dönemi nasıl oldu? Kendisi çeşitli ihtiyaçları olan bir canlıyken, tıpkı kendisi gibi yemek, içmek, üremek, barınmak vesaire... bilimum ihtiyaçları olan at'ı gördü,"ben buna bineyim de şuraya gideyim" diye nasıl düşündü, bunu nasıl bir mantığa oturttu anlamıyorum. Bir canlı başka bir canlıya biniyor ve kimse bunu kimse yadırgamıyor. Allah aşkına söyleyin neresi normal bunun. At da nefes alıyor ben de ama ben ona şu anda biniyorum. Peki ya atın buna hemen ikna olmasına ne demeli? İki arpaya g.tünü verir bu! Bana bundan sonra kimse "at" demesin, at övmesin.

İnsanın da bu at hususunda hiç ayılmaması, utanıp "lan ne işin var canlının üstünde salayım gitsin, canlıyı, ayıptır" dememesi, bu durumu normalleştirmesi de ayrı rezillik. Zaten her şeyi normalleştiriyor. G.tune koyduğumun insanları. Kumaştan kafayı çıkar normal, hayvana bin normal. Bu arada Bülent Ortaçgil de "normal" ile "anormal" arasındaki kafiye uyumunun mal bulmuş gibi bulunca sevinip "Normal... Normal... Peki, beeeeeen miyim anormallll?" diye şarkı yaptığında ne sevinmiştir di mi sevgili okurlar? Çıplak ayaklarımı birbirine vurup, ayaklarıyla alkış tutarak çok aşırı sevinmiş olabilir bu bu kafiyeleri bulduğunda. Bilmem, ilgilenemem de...

Brownisinden bir çatal alıp bıraktı. Garson tabağı gösterip "Devam ediyor musunuz" dedi, "Evet" dedim. İnsanız yalan söylüyoruz haliyle? Birçok yalan söylemişimdir ilişki süresince, uzun bir ilişki dönemi yaşadık, her zaman çok sevmemişimdir de, arada bir sıkılıp, başka kızları istemişimdir, hatta aldatmışımdır denk düştüğünde kim bilir? Aynı şeyler onun için de geçerli olabilir. Ama aldatmamıştır lan, ben aldatılacak adam değilim.

Neyse bütün bunlar olurken ayrılma kaçınılmazken neden hala ilişki süresince çok sevdiğimizi, hiç yalan söylemediğimizi niye söylüyoruz ki birbirimize. Belki ilerde tekrar bir dönüşüm olur, bundan sonraki ilişkisi bitince aslında en iyisi Umut'tu diye geri dönsün intibası bırakmak için mi acaba. Ya da masalsı bir tat bırakmak için mi eski sevgilinin üstünde. Nedir bu kahraman olma özlemi? Bilemem, ilgilenemem de... Ben sadece daha önceki ilişkilerimde olduğu gibi ona hiç yalan söylemediğimi, onu hiç aldatmadığımı söylerim. Bir de hep seveceğimi eklerim. Zaten normali bu. Yoksa ayrılırken bıraktığı için birinin ecdadına küfür etmek insanlar için anlamsız bir hareket.

Sonuç olarak işte bitti dostlarım. Her şey için teşekkür edip, tıpkı bir asil gibi kalktı gitti. Browniyi paket yaptırıp ardından ben de çıktım. Aynı istikamette olduğu için evlerimiz ve o yavaş yürüdüğü için on dakka sonra hemen iki adım arkasında yürüdüm."Dur paketle görmesin" diye düşünerek adımlarımı yavaşlattım... Baktım olacak gibi değil, karşı kaldırıma geçip depar attım. Ben onun kahramanı olamadım.

17 Ocak 2010 Pazar

Aşk nedir, nerdedir?



Hayat böyle garip bişi ya. ummandıın anda olan seyler vadedilir ya hep, yalan onlar. Hayat sürprizlerle falan dolu değil öyle. Bogazına elma takıldıgında prens gelip öpmüyor seni yada önüne cıkan kurbagayı öpünce şöyle Brad Pitt tadında Kıvanç Tatlıtug kıvamında bi yavruyla karşılaşmıyosun. Bok bi durum yaşıyosun çoğu zaman. İçinde aşk pıtırcıgı duygu yogunlugu olmadıgı zamanlarda karsına kaşlı gözlü yavrular çıkarken bu duygularla varlığını devam ettiren bünye oldugunda o yavrular çil yavrusu gibi dagılıyor dört bir yana. Sonra birini bul bulabilirsen.
Bu zamanlarda da böyleyim işte. Bahtımın birazcık acık oldugu zamanlarda olurdu flörtözlerim. tamam hepsi tam kıvamda değildiler ama bonusuda vardı gözlüklüsüde bıyıklı- sakallısıda. Ama bende lanet elektirik yoktu. Olmadımıda olmuyor be hacı. Hissetmedim mi hissedemiyorum.
Hele sırf eli yüzü düzgün kişilikte oturmus,yada oturmaya hazırlanıyor diyip birini sevdiceğim olarak bagrıma basamıyorum. Birine o sıfatı verebilmem için Aslı olmam gerekiyor. Leyla da değil Aslı. Keremiminde öyle cok bi özelliğinin olmasına gerek yok. Ya gözlüklü olsun ya bıyıklı yada ela gözlü yadaa saç sakal birbirine girmiş magara adamı sonucta i love bonus da olabilir.-bunlar sırf görsel unsurlar içsel unsurlara girdiğimde tüm umudumu yitirebilitem yüksek-
Ama duygu patlaması yasamaya müsait bi bünye olarak dolastıgım su günlerde hiç bi türlüsü karsıma cıkmıyor. Bazen bi ses duyuyorum ' Abazamısın sen gerizekalı?' diye duymamazlıktan geliyorum.
Bunun yanında ben Aslı oldum daa nerdedir aşk?

15 Ocak 2010 Cuma

Gündüz Düşleri

Bugün seni düşündüm bir şarkı çalınca
Her an aklımdasın bak bunca yıldan bile sonra
İnsan koşuşturmacayla hayata dalınca
Her fırsatta hatırlar küçük bir anıyla
Gündüz düşleriyle her an yanımdasın
Her güneş açışında, batışındasın
Bak o sevdiğim adam uzaklardan bana geliyor
Değer bilmez bazen insan ama o pişman, bana dönüyor
Yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
Gündüz düşlerimde beni seviyor
Yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
Gündüz düşlerimde benim oluyor
3 sene önce bu zamanlar gündüz düşlerimde ki şahsiyeti anımsamaya başladım bir kaç gün önce. zaman zaman mazoşistliğin sınırlarını aşıp facebook profiline bakardım sevgilisiyle resimlerini göre bilmek için. hatta fakültesinin önünden her geçişimde gözlerim arardı onun gözlerini yada yanında elini tuttugu kızın gözlerini. Nedendir bilmem ama kendime acı çektirmek unuttururdu çogu seyi. zaten asıktım ya acısı bile güzeldi sanki. yada benım beni avutma yöntemim buydu.
Yine böyle bir anda başka bi adresten eklemiş olmamın tüm fotograflarını görebilme imkanıma yol açmasıyla ezberimde olan her kareye bakmaya basladım. ilk dikkatimi çeken 2 klasörün yok olması oldu. nitekim o klasörler sevdiceğine ait fotorafları barındırdıgı, her baktıgımda ekrana benzin döküp ateşe veresimin geldiği klasörlerdi. sonra diğer klasörleri inceledim ve kıza ait bir tek fotograf ve yorum yada sevgi pıtırcığı herhangi bir şey göremememin verdiği sevinç aklımda tek bir düşünce olusmasına sebep olmustu. evet ayrılmıslardı, uzun süreli ciddi ilişkileri olan, 1 sene arayla aynı üniversiteyi kazanıp ilişkilerine devam eden, çocugun her fırsatta kızı aldattıgı mutlu mesut ilişkileri sona ermişti. bana faydasının olmayacagını bilsemde içimde büyük bi mutluluk olustu. benim olmayan kimseye yar olmasındı. o gece rüyamda uzuuun zaman sonra tekrar onu görmemle sonuçlandı.
sınavdan dönüşte ringe binerken ilahi bir işaret bekliyordum. tıkabasa dolu olan otobüsten içeri adımımı atıp başımı kaldırdığımda bir zamanlar hoşlandığım, onun çaldığı cafede program boyunca bakışıp lakin sadece 'iyi aksamlar' dilekleriyle son bulan diyaloglar kurduğumuz ve 'asıl kahramanım'la aynı ismi tasıyan çocugu gördüm. otobüs boyunca bakışmamızın ve beklediğim işareti almam sebebiyle eve kadar uçtum.
düşünyorumda bana onca kötülük yapan, acı çektiren, içimde yarım kalan bişilerin olusmasına sebep olan şahsiyet suan karsıma gelip herseyi tamamlamak istese cevabım 'evet' olur muydu?
O kadar aptal olamam değil mi be blog? Yok ben onu sadece gündüz düşlerimde severim..
Bugün parkta oturdum seyrettim çocukları
Yağmur başlayınca hiçbiri kaçışmadı
Bende kitap okudum sanki senden bahseden
Gözlerimi kapattım sayfaları geçerken
Gündüz düşleriyle her an yanımdasın
Her güneş açışında, batışındasın
Bak o sevdiğim adam uzaklardan bana geliyor
Değer bilmez bazen insan ama o pişman, bana dönüyor
Yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
Gündüz düşlerimde beni seviyor
Yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
Gündüz düşlerimde benim oluyor